Sayısız yalan, iftira ve karalamalarla dolu tarihten milletçe soğumuştuk. Köksüzlerin dışında, milletin hiçbir ferdi ecdadına küfretmeyi ve onları inkâr etmeyi içine sindiremiyordu. Bu yüzden; bu asil milletin evlatları her kademedeki eğitim kurumlarında ve bunun dışındaki her türlü platformda tarih konularında "takiyye" yapmak zorunda bırakıldı. Yalan söyleyen tarihten kurtulmak için cesur, bilgili ve yiğit bir sese ihtiyaç vardı. Yılmaz Öztuna yoğun gayretlerin içine girerek; tarihî gerçekleri tespit etti. En gür seda ile hakikatleri dillendirerek; 14 ciltlik Türkiye Tarihi'ni yazdı. Hakikate susayan millet, eseri kapıştı. Öztuna; Sultan Abdülaziz'in iddia edildiği gibi intihar etmediğini; paşalar tarafından pehlivanlara boğdurulduğunu, en ince ayrıntısına kadar vesikalandırarak gözler önüne serdi. Sultan Abdülhamid'in iddia edildiği gibi "kızıl sultan" olmadığını; bilakis büyük bir vatanperver olduğunu; onun siyasi dehasıyla Devlet-i Aliye'nin ayakta kalabildiğini ve kendisinin tahttan indirilip "hal edilmesiyle" de; sekiz sene gibi kısa bir zaman içerisinde altı asırlık devletimizin yıkıldığını yazdı. O, diğerleri gibi; varlık sebebimiz olan ecdadı, yani Osmanlı'yı, yani aslını ve neslini inkâr etmedi. Onlara yapılan zulmü dile getirdi ve nihayet; onların hiç olmazsa kadınlarının yurda gelebilmelerine vesile oldu (1974). Musallada, tabutu başında Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın söyledikleri pek yerinde idi: "Bize tarihi sevdiren; Türk tarihini öğreten; tarih hakkında yanlış bildiklerimizi düzelten ve Türk tarihinin bir bütün olduğunu gösteren mümtaz bir şahsiyeti, muhterem hocamızı uğurluyoruz." Ayasofya'nın kısmen ibadete açılmasında ve seneler senesi suskun kalan minarelerinde yeniden ezan sesinin işitilmesinde ve; evet ve; ta Yavuz Sultan Selim Han'ın Mısır'ı fethi ile birlikte oradan alınan ve Topkapı Sarayı'na getirilen "Mukaddes Emanetler"e; getirilişindeki yol boyunca ve sarayda saklandığı asırlar boyunca, hiç ara verilmeksizin okunan Kur'an-ı kerimin; cumhuriyetle birlikte kesilmesinin ardından yeniden okunabilmesindeki gayretleri unutulamaz. İşte; böylesine temiz niyetleri ve amansız gayretleri, onu; gerçek hüviyeti ile tarihe mal ettiği; kendisinin sevip millete sevdirdiği Sultan Abdülhamid'in vefat ettiği günde ölmesine sebep olmuştur! Kanaatimizce; "Ulu Hakan"ın ruhaniyeti imdadına yetişmiştir. Ayrıca; Ayasofya'dan yankılanan "tekbir"ler ile; Topkapı Sarayı'ndaki Mukaddes Emanetler mahfilinde fasılasız tilavet olunan Kur'an-ı kerimin sevabı da kabrini nurlandırıyordur. Zira; sonsuz mağfiret sahibi Allahü teala; "Zerre miktarı yapılan iyilik ve hayırların karşılığının mutlaka görüleceğini" va'dediyor. Milletçe başımız sağolsun!..