Dünya üzerinde milletine ters düşen, milletin değerlerine tepeden bakan ve parlamentosundaki temsilcilerini (!) milletine rağmen seçen bizden başka ikinci bir demokratik ülke gösterilemez! Bu olguyu, totaliter sistemlerde anlamanın imkanı ve mantığı vardır, ancak; bunu demokrasinin içine sığdırabilmenin imkan ve ihtimali yoktur. Yoktur ki; bizim demokrasimiz kağıt üzerinde kalıyor ve başta kendi milletimiz olmak üzere dışarıda da hiç kimselere güven ve itimat telkin etmiyor, edemiyor. Nasıl etsin ki, adına demokrasi diyebildiğimiz sistemimizde millet, daha vekilini dahi doğrudan seçememekte; parti liderinin paşa gönlünün gereği girdiği seçimle seçilen de; ister istemez, temsilcisi olduğu milletinin yerine liderinin emrine girmeyi görev ve maharet sayıyor. Onu milletvekili yapan, hasbelkader iktidar olduklarında bakan yapan ve bir dahaki seçimde de milletvekili yapacak yalnızca parti lideridir. Dolayısıyla, bizdeki milletvekilinin adı milletvekili olmasına karşın, o gerçekte liderinin vekilidir. Bu vekilin hayatı ve mematı, liderinin iki dudağı arasındadır. Bizdeki bu sisteme demokrasi demek yerine; lider krallığı sistemi dense yeridir. Parti liderlerimiz, kendi sultalarını devam ettirebilmek için sistemi öyle oluşturmuşlardır ki, liderlikleri neredeyse kayd-ı hayat şartıyla sürer. Parti genel kongrelerinde devrilme ihtimalleri yoktur. Bir kere o koltuğa oturdular mı, onları oradan kaldırabilecek güç yalnızca ölümdür! Millet, vekilini seçemeyince; tabiatıyla hesap da soramıyor. Vekil de, böylesi bir sorumluluğu hissetmiyor; Meclis'teki işlevi, liderinin kurşun askeri olmaktan ileri gidemiyor! Özellikle, iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte dünya küçüldü. Demir Perde çöktü. Dünya hızla globalleşiyor. Ekonomik sınırlar çoktan kalktı. Mal ve hizmet akışı sınır tanımıyor. Yalnızca bu ekonomik vakıa bile, ülkelerin sistemlerine çeki-düzen vermeyi mecburi kılıyor. Kendi sistemimizde mal ve hizmet üretseniz de, onu kendi dışınızda pazarlayabilmeniz için, sisteminizle güven vermeniz gerekiyor. Bizim sistemimiz, kendi insanımıza güven vermiyor; nerede kaldı ki, yabancı sermayeyi celbetsin! Kemal Derviş'in bir an evvel çıkmasını istediği 15 kanun, işin olmazsa olmazıdır. Yani, işin daha başlangıcıdır. Bu 15 kanunu takip etmesi gereken onlarca kanun değişikliği elzemdir. Bunların başında, tabiatıyla seçim kanunu ile siyasi partiler kanunu gelmektedir. Hem siyasi ve hem de ekonomik kanunlarımızı, Batı normlarına uydurmadığımız müddetçe, muasırlaşma ile bir alakamız olamaz. Ne hazindir ki, 50 seneden beri, bu konuları dilimize pelesenk etmemize rağmen; sistemimize arız olan lider oligarşisi yüzünden, bir türlü kuvveden fiile çıkaramadık. Bundan da hazini ise; şekli de olsa, demokrasimizin dış telkinle gelmesi gibi; şimdi de bu kanun değişikliklerinin yine dış telkinle yapılabilmesidir! Adına yolsuzluk ekonomisi diyebileceğimiz bu sistemle, bir avuç uyanığın dışında milletçe yoksullaşabileceğimiz kadar yoksullaştık. Bundan ötesi, dünyadan tamamiyle kopmak, içine kapanmak ve çağın dışına itilmektir. Bu, bir avuç uyanığın elinden kurtulmak ve gerçek demokrasiye kavuşmak bugün değilse ne zaman?