Yunanistan, kurulduğu günden beri Batı'nın taşeronluğunu yapmaktadır. Batı'nın kültürünü borçlu olduğunu iddia ettiği Grek medeniyetine, körü körüne bir saplantısı vardır. Sonradan sahip olduğu Hıristiyanlık ahlak ve hassasiyeti de, bu saplantıyı giderememiş ve Yunan kamburunu sırtında taşımayı bir görev bilmiştir. Dolayısıyla Yunanlı, Batı'nın şımarık çocuğu olmuş; savaşlarda değil ama, masa başındaki bütün müzakereleri kazanarak (!) genişlemiş ve bu günkü halini almıştır. Kurulduğu tarih olan, 1830'dan beri genişlemektedir. Her Balkan milleti gibi hayalci olan ve bu gaye ile Büyük Yunanistan peşinde koşan Yunanlıya, bugüne kadar kimse dur demediği gibi; bu emelini gerçekleştirmesi için teşvik ve himaye de etmişlerdir. Sırasıyla; Selanik'i, Batı Trakya'yı, Girit'i ve 12 Adalar'ı topraklarına katan Yunanlı, Batı'dan bulduğu yüzle, bununla da yetinmeyerek; yine İngilizlerin teşvik ve himayesiyle Anadolu'ya çıktılar. Akılları sıra, Ege'yi ve İstanbul'u da topraklarına katacaklardı. Türk'ün şahlanan imanı karşısında Anadolu'da tutunamadılar ama; denize dökülüp gerisin geriye gitmeleri de onları eski sevdalarından vazgeçirmedi. 1959-60 senelerindeki Londra ve Zürih Anlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye-İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüğü altında kurulup, yeniden şekillendi. Bu Anlaşmayı, 1963 ve 1974 senelerinde içeride bozanlar bizzat, Yunan destekli Kıbrıslı Rumlardır. Yani, kurulu meşru devleti yıkıp Yunanistan'a bağlamak istediler. Türkiye, Anlaşmalardan doğan meşru haklarını kullanarak oraya müdahale etti. İngiltere ile birlikte yapılması gereken bu müdahalede, İngilizlerin yan çizmesiyle Türkiye, mecbur kaldığı bu harekatı tek başına yapmak zorunda kaldı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı... Bilindiği gibi, o tarihten sonra Kıbrıs fiilen ikiye bölünmüş oldu. Güneyde Rum yönetimi, Kuzeyde KKTC ayrı müstakil devletler oluşturdu. Dedik ya, Rumlar Batı'nın himayesindedir diye; BM, aldığı bir kararla Güneydeki Rum yönetimini meşru hükümet saydı ve KKTC'yi görmezlikten geldi. KKTC'yi tanımak isteyen, hatta tanıyan Bengladeş ve Pakistan gibi İslam Devletlerine, başta ABD ve İngiltere gözdağı vererek, bu kararlarından vazgeçirdi. Türkiye, maalesef KKTC'nin tanınma meselesinde ağırlığını koymadı! Her zamanki gibi, işi, suyun akışına bıraktı ve bu günlere gelindi. Bu arada; KKTC kurulduğu günden beri, dünyaca tanınmamasının yanında yine dünya devletlerince, tarihte görülmedik bir baskıyla ambargoya tabi tutuldu. Dolayısıyla Kıbrıs, maddi ve manevi olarak Türkiye'nin sırtında kaldı! Türkiye, Kıbrıs'ın en güzel yeri olan Maraş bölgesini iskana açmayarak ve ölü şehir olmaya terkederek Batı'ya ve Rum'a şirin görünmeye çalıştı ama, nafile! Türkiye'nin dünyadaki yalnızlığına bakın ki; kapısını çaldığı ve girmek için yırtındığı AB, bu kez de aynı hinlikle; seni alırız (!) ama, şu Kıbrıs'tan vazgeç demeye başladı. (Aynı konuya yarın da devam edeceğiz.)