Önceki hafta; TGRT HABER kanalındaki "Çerçeve'den Yansımalar" programımıza konuk olan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı; AK Parti Antalya Milletvekili Sn. Mehmet Dülger, yıllar önce Paris'te karşılaştığı Musevi bir iş adamının kendisine söylemiş olduğu; "150 senedir, Türkiye için (Osmanlı dahil) hayati önemi haiz kararların hemen hepsi Türkiye'nin dışında alınmaktadır!" acı hakikatini dillendirdi. Elbette, daha önceleri de; Müslüman Türk'e aynı kefen biçilmek isteniyor ama, böyle bir karar verilemiyordu. Cihan Devletimizin gücü, onlara bu imkân ve fırsatı vermiyordu. Bu meyanda düşman uyudu mu? Şeytanî heveslerinden vazgeçti mi? Asla! Yine aynı söyleşimizde Sn. Dülger'in ifade ettiği şekilde: "... Ta Napolyon Bonapart zamanında, Devlet-i Ali'yenin çökertilmesi için; Osmanlı İmparatorluğu coğrafyası üzerinde yaşamakta olan çeşitli din ve ırklara mensup milletlerin, Fransız İhtilalini oluşturan fikirlerle beyinleri yıkanıp, her birisinin ayaklanması suretiyle böyle bir neticeye gidilebileceği hükmüne varılmıştı. Aynı toplantıda Bonapart'ı bilgilendiren danışmanları, Osmanlı tebaası arasında bulunan Ermenilerin bu şekilde ayaklandırılamayacağını, zira onların "millet-i sadıka" diye anıldıklarını, Padişaha ve devlete son derece bağlı olduklarını söylediklerinde Bonapart; "... O halde Türklerle Ermenilerin arasına kan sokun!" talimatını verir! Devlet-i Aliyemiz adildi Ermenilerin ne denli "millet-i sadıka" olduklarını Sn. Dülger ifade etti: "... Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda onlarca Ermeni kökenli milletvekili, bunlardan bir dönem yedi tanesi kabine üyesi yani, bakan ve en önemlisi Hazine-i Hassa Bakanı yani Padişahın cebi konumundaki şahıs bile bir Ermeni vatandaşımızdı." Asırlar boyu, böylesine et ve tırnak misali iç içe olduğumuz Ermenilerle en ufak bir sorun çıkmadan yaşaya geldik. Devlet-i Aliyemiz, insanlığın ortak değerlerini devlet ve millet hayatına yegane tatbik eden ülke idi. Yani adildi. Ancak bu adalet terazisi hükmünü icra edebilmesi, doğru tartabilmesi için mutlaka ardında güçlü bir iradenin olması şarttır. Bu denli bir iradenin tezahürü de, devlet ve millet hayatının hemen her şubesinin (askerî, siyasî, ekonomik, kültürel vb.) sağlam ve zindeliğine bağlıdır. Bundan dolayıdır ki; üzerinde yaşamakta olduğumuz bu netameli coğrafyada güçsüz devletlerin hayat hakkı yoktur! Bu trajik durumu; Cihan Devletimizi yitirmekle en iyi biz biliriz! Atatürk'ten sonra gelmiş bütün politikacılarımız, başta İsmet İnönü olmak üzere, hemen hepsi, Mustafa Kemal'in "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" prensibini hep yanlış anladılar ve öylece tatbik ettiler. Kimsenin etlisine, sütlüsüne; diğer bir deyişle suya, sabuna dokunmayan idare-i maslahatçı ve tek kelime ile pasif bir dış politika güttüler!.. Sözün sahibi M. Kemal Atatürk, o hasta haliyle; o günkü imkansızlıklar içinde ve zor şartlarda Hatay'ı Anavatan'a katmaya muvaffak olmuştu. Ya, sonra gelenler; birkaçı hariç hemen hepsi haklarımızı dahi müdafaa edememişlerdir. Bunu yaparken de, hep; "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" deyişinin ardına saklanmışlardır. Ermeni soykırımı yalanını seneler senesi dillerine pelesenk eden Batılı devletler, bugün hâlâ bu yalan, hile ve desiselerin hesabını sormaya cüret edebiliyorlar. Parlamentolarında art arda aldıkları kararlarla aleyhimize kamuoyu oluşturuyorlar. Bunlar değil miydi, aynı tarihlerde "kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela"larla Çanakkale'ye gelip bizi 250 bin vatan evladından eden? İtalyan'ı, Fransız'ı, İngiliz'i, Yunan'ı, Anadolu'da ne arıyordu? Bunca sene biz ne yaptık? Tarihî belgeler ortada; Ruslar'ın ve Batılı devletlerin oyununa gelen Ermeniler, bağlı oldukları devlete karşı ayaklandırılıyorlar. O günkü savaş şartlarında Osmanlı hükümeti "tehcîr" kanunu çıkarıyor. Bu durum, çok sonraları dünya efkâr-ı umumiyesine soykırım diye yutturulmak isteniyor. Halbuki aynı Osmanlı hükümeti, Ermenilerin, göç ettirildikleri yurtlarına dönüşleri için de kanun çıkardı. Soykırım var idiyse bu kanun neyin nesidir? Mağdur ve mazlum biz olmamıza rağmen, caniler atakta! Dünyayı velveleye veriyorlar, verebiliyorlar? Ya bunca sene biz ne yaptık; ne yapabildik? Ve ne hazindir ki, hâlâ ne yapabiliyoruz?