Koca bir seneyi geride bıraktık. 2001 senesinin nasıl geçtiğini; geçen bu bir sene zarfında bu milletin neler çektiğini bir kendisi, bir de Allah bilir! Sağdan, soldan ve ortadan; her renk, hem de en milliyetçi tonlarından mürekkep üçlü koalisyon hükümetimiz sayesinde, milletçe sıfırı tüketmenin rahatlığı içinde yeni bir seneye merhaba diyoruz! Bunlar bizim değil; resmi makamların açıkladığı rakamlar: Yüzde 9.5 küçülme, 400 bin işyeri kapısına kilit vurdu, 2 milyon insan, işinden çıkartılarak sokağa atıldı... Bu tabloyu, Cumhuriyet tarihi boyunca; 2. Cihan Savaşı seneleri dahil, hiçbir hükümetimiz başaramamıştı! Bundan dolayı, mevcut iktidarı ne kadar kutlasak azdır! Şimdi; bir haftadan beridir, yazılı ve görsel basınımızın konusu; Yılbaşını kutlayalım mı, kutlamayalım mı? Kutlasak ne olur, kutlamasak ne olur? Bu Yılbaşı denen şey, bizim kültürümüzün bir eseri mi, yoksa başka kültürlerin ürünü mü?.. Bu konu için haberler yapıyorlar, programlar yapıyorlar, cımbızla insan tiplerini arayıp bulup, konu mankeni olarak kullanıyorlar; yetmiyor, ekranlara çıkartıp birbirleriyle horoz döğüşü yaptırıyorlar! Millet, 32 dişini sıkmış ibretle seyrediyor. Açlığa mahkûm edilmiş; 200 bin liralık bir ucuzluk için, bu soğukta sabahın köründe saatlerce ekmek kuyruklarında bekleyen ve evet, yanlış okumuyorsunuz, çöp bidonlarından yiyecek ayıklayan bu milletin karşısına geçip, eğlenceden dem vuruyorlar! Emniyet yetkilileri de çıkıp, kendilerince yol yordam gösteriyorlar. 'Yılbaşı gecesi ne olur, alkollü araç kullanmayın! Sizler içip, alkol duvarını da aşabilirsiniz, bize bir telefon edin kafi! Biz sizi evlerinize ulaştırırız!' Diyerek, kendilerince durumdan vazife çıkarıyorlar! Milletin bu perişan hali karşısında; bu kepaze tablonun müsebbipleri olan ilgililer ve yetkililer ve televole kültürü ile yoğrulmuş bir avuç tuzu kuru, istediği kadar Yılbaşı yapabilir! Eğlenebilir ve hatta zil takıp oynayabilir! Onların her günü Yılbaşı zaten! Ama, unutulmasın ki, geçen ve kaybedilen koca bir senedir. İnsan ömrü için tüketilen onca nefeslerdir ve yaklaşılmakta olunan hal ve yer ölüm ve 'Mahkeme-i Kübra'dır! İnsanın nefsine uyduğu da olur, gaflete düştüğü de.. Ama, bu hal süreklilik arz etmez; eğer insansa, dönüp yaptıklarına bir bakar, bir nefs muhasebesi yapar.. Kendine, haline, etrafına, etrafındaki insanların haline bir bakar! Çocuğuna süt alamayan annenin ıstırap içinde kıvranan hali karşısında, zil takıp oynayan ruh, nasıl bir ruhtur ya Rabbi! Bize ne oldu sualinden önce, biz kimiz sualinin cevabını bulmalıyız! Kimlik belli olunca eğlence de kolay yas da! Ve, bizim esas meselemiz bu, galiba!