Dün İstanbul’da yayın yapan
Rusya’nın Sesi radyosundan
Yavuz Oğhan aradı,
“Anayasa mevzuunu konuşmak istiyorum, uygun musun?” diye. Telefon bağlantısı olduğu için “Tamam” dedim. İstanbul’da bir yerden bir yere gitmek artık ölüm.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun açıklamalarından çeşitli örnekler verdikten sonra ilk sorusu “Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki ton farkı senin de dikkatini çekiyor mu?” oldu.
Yalnızca Rusya’nın Sesi değil, iktidarı geriletebilmek için umudunu Erdoğan-Davutoğlu kapışmasına bağlamış olan tüm muhalif medya merak ediyor bu “ton farkı”nı.
“Gri’nin elli tonu” gibi saplantı hâline geldi neredeyse bu.
Mesele esasında şu konuşmalardan zuhur ediyor.
Misal, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, sık sık ve fırsat bulduğunda Başkanlık Sistemi’ni gündeme getirip, Türkiye’yi hızlandıracağını ve geleceğe taşıyacağını anlatıyor. Bunun için de tartışılmasını istiyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu ise Cumhurbaşkanı’nın her başkanlık açıklamasının ardından kendisine bu hususta soru yönelten gazetecilere 12 Eylül'le ortaya çıkan sistemin büyük yetki ve sorumluluk karmaşası doğurduğunu, bunun düzeltilmesi için de bir anayasa reformuna ihtiyaç duyulduğunu söyledikten sonra “Onun için biz bu meselelerin açık bir şekilde konuşulmasını istiyor ve Türkiye'de tekrar tekrar değişmeyecek daha kalıcı ve net bir sistem başkanlık diyoruz. Şu anda bu sistem içindeki aksaklıklar, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamında birbirini anlayan ve ona göre davranan insanlar olduğu için yürüyor” diyor.
Erdoğan ile Davutoğlu’nun bu açıklamalarındaki “ton farkı” nerede?
Aşağıda. Başbakan Davutoğlu açıklamalarının sonunda şunları da ilave ediyor:
“Peki, bunu konuşurken kaçınılması gereken durum ne? Bir kere şu anda Türkiye'nin birinci gündem maddesi bu değil.”
İşte Erdoğan-Davutoğlu arasındaki çekişmeyi hayal edenler bu cümleyi cımbızlayıp manşetlerine taşıyorlar:
Davutoğlu: Başkanlık sistemi Türkiye’nin birinci gündem maddesi değil!
Oysa çok açık. Cumhurbaşkanı bu sistemin Türkiye’ye çok yararlı olacağı düşüncesinde ve icranın başında olmadığı için gittiği her yerde serbestçe konuyu gündeme getirebiliyor ve tartışılmasını istiyor.
Bizim medya da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “tartışılsın” lafından “Davutoğlu ile tartışmayı” anlıyor olmalı ki soruyu sürekli ona yöneltiyor. Türkiye’nin bin tane sorunuyla boğuşan ama her defasında karşısına sürekli olarak “başkanlık sistemi” sorusu gelen Başbakan ne yapsın? Yüzlerce kere başkanlık sistemini yararlı bulduğunu açıkladıktan sonra “Türkiye’nin birinci gündem maddesi olmadığını” söylüyor. Ama zaten bu bile yeterli oluyor.
Hmmm, ton farkı!
Erdoğan konuyu Başbakan’la mı tartışın diyor size? STK’lar, akademisyenler, üniversiteler, hukukçular, siyaset bilimciler yok mu bu ülkede?
Eh kaldı ki arada ton farkı da olabilir. Sonuç itibariyle Başkanlık Sistemi gelirse başbakanlık makamı daha geri planda kalacak. Davutoğlu da nihayetinde insan ve bunu en azından kısa vadede istemeyebilir. Ne var bunda?
Akın İpek İngiltere’nin yeni Asil Nadir’i olacak
Arada kaynamasın.
Birleşik Krallık Mali İstihbaratı, ‘kara para’ ve ‘terör finansörü’ suçlarından aranan FETÖ firarisi Akın İpek’in, 25 milyon sterlinlik mal varlığını dondurmuş.
İngiltere’de bu işler farklı yürür. Adamın anasını ağlatırlar. Asil Nadir’in başına gelenleri hatırlayın. Londra merkezli şirketi Polly Peck bir gecede bitirildi.
Hürriyet’te muhabirken Genel Yayın Yönetmeni rahmetli Çetin Emeç onunla ilgili bir sürü haber yaptırıyordu. Hürriyet’in eski sahibi Sedat Simavi çok korkuyordu ondan. Kaderin garip tecellisi kardeşi Haldun Simavi, sahibi olduğu Günaydın gazetesini ona sattı. Mehmet Ali Yılmazda Güneş gazetesini. Büyük paralara üstelik; abad oldular.
Günaydın gazetesi Asil Nadir’in eline geçer geçmez intikam alırcasına Hürriyet’in beyin takımını ve istihbarattaki omurga kadrolarını inanılmaz maaşlarla transfer etti. Yine bir tecelli, Güneş gazetesi de pek çok ünlü ismi bünyesine katmış, mevcut kadroyu da işten çıkarmamıştı. 75 bin satışlı gazetede 1200 kişi çalışıyordu. O kadroya ben de eklenmiştim. Ama o vakitler rüyamda göremeyeceğim bir maaşla. Şöyle anlatayım, Hürriyet’te aldığımın tam beş katı.
Paralar saçılıyordu her iki gazetede. Üsttekiler Asil Nadir’in paralarını âdeta talan ederken alttaki bizlere de seslerini çıkarmasın diye bol maaş veriyorlardı.
Hazıra dağ dayanmadı ve üstüne İngiltere’deki Polly Peck davası binince Asil Nadir’in bitişi de başlamış oldu böylece.
Akın İpek deyince hatıralar bir çırpıda sükûn etti.
Bu arada Akın İpek’in İngiliz bankalarındaki aile “tasarrufuna” da el konmuş.
Ne diyelim.
Hizmet, himmet, zimmet...
Haydan gelen huya gider.