Yıkıcı bir teşkilatın insanlığa yapacağı en büyük kötülüklerden biri de toplumdaki dayanışma, yardımlaşma, hâlden anlama ve empati kurma gibi değerlerin içini boşaltmak olmalı.
Gülen örgütü bunu yaptı ve Türkiye’ye büyük zarar verdi.
Türkiye’deki sosyal yapıyı bozdular her şeyden evvel. Eskiden varlıklı insanlar çevresindeki fakire zekât verir, yardım eder ve bir toplumsal dayanışma sağlanırdı.
Fethullah Gülen kurdurduğu vakıflar yoluyla zekât niyetine topladıkları yardımları çirkin amaçları doğrultusunda kullanarak, toplumda büyük bir güvensizliğe, hayırseverlik ruhunun kaybolmasına yol açtı.
Bu “haramzade cemaat”, Osmanlı’dan günümüze gelen vakfetmek kavramının altını oydu, bununla da kalmadı, İslamiyet’in “Komşun açken tok yatma” gibi güzel prensiplerine de kaynaklık eden şartlarından birini; zekâtı istismar etti. Vakıf paralarını yedi.
Oysa vakfın, vakfetmenin tanımı belli.
Vakıflar, hayır işlerine aracılık eden ve çalışmalarını ticaret dışında tutan, yapılan yardımları, yardım edenin isteği doğrultusunda ihtiyaç sahiplerine ulaştıran kuruluşlardır.
Gülen, dini teamüllere takla attırarak ve hayırseverlerin yardımseverliklerini istismar ederek vakıfları şirketlere çevirdi. Vakıf adı altındaki şirketler de Gülen örgütünün devleti ele geçirme planlarının bir parçası oldu. Vatandaşlardan topladığı zekât, vakıf yardımları bu amaçla kullanıldı.
İnsanlar vakıflara yardımlarını zekât niyetiyle verir. Vakıflar da bu zekâtları ihtiyaç sahiplerine ulaştırırken fıkhen tarif edilen zekât tipiyle ulaştırmak zorundadır. Örneğin fakire, yoksula, yolda kalmışa, yoksul öğrenciye iletilir bu yardımlar. Gülen örgütü ise vakıflara bu niyetlerle verilen zekâtları toplayarak merkezi bütçeye dönüştürdü, bir kısmını büyüme faaliyetlerine harcadı. Vakıfların parasıyla gökdelenler diktiler, destekledikleri siyasi faaliyetlere para aktardılar, devlet içindeki kriptolarına maaş bağladılar, değişik ülkelerin önemli bürokratlarına siyasetçilere rüşvet verip büyük bağışlarda bulundular. Dahası vakıf paralarından; Batı dünyasına hoş görünmek için kiliselere bağışlar yaptılar. 17-25 Aralık’ta da darbe planladılar.
Cemaatin eski Gürcistan imamı Hayati Küçük bunun bir örneğini açıklamıştı:
“Kilise yaptırdık, dönemin cumhurbaşkanına 170 bin dolar rüşvet verdik...”
Cemaat’in birkaç yıl öncesine dek önemli isimlerinden biri olan Ümit Akdemir bu durumu anlatırken şöyle diyor:
“2000 yılından önce yardımlar zekât olarak gelir ve dosyalara da zekât olarak kaydedilirdi. Gülen, vakıflar aracılığıyla bu himmetleri önceleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyormuş gibi yapıyordu. Örneğin paravan yardım kuruluşu 'Kimse Yok mu Derneği’nin, bağışlanan küçük miktarda bir yardımı iki üç yoksul aileye ulaştırması, STV televizyonunda onlarca kere gösterimi yapılarak bir algı oluşturuluyordu. Gülen’in amacı devleti ele geçirmekti ve dolayasıyla vakıflara, oralar için toplanan himmete ihtiyacı vardı. Bunun için himmeti maksimize ederek, para toplamak üzere örgütlediği adamlarına hedefler koydu. En yüksek parayı toplayanı de 'cennetlik' ilan etti...”
Ümit Akdemir cennet hedefinin tabanın kılcal damarlarına kadar yayıldığını anlatıyor. Artık zekât ve hayırseverlik unutulmuş, tüm amaç cemaate ve Gülen’e yaranmak için en yüksek parayı, parsayı toplamaya dönüşmüştü. Bu dönüşüm sırasında hayırseverlerden gelen zekâtlar ve amaca yönelik yardımların hepsi himmet adı altında toplanarak Gülen’in şirketlerine devredildi. Yurt dışına kaçan Akın İpek’in şirketleri bunların arasında en önemlisi. Ve bu paralar ihtiyaç sahiplerine asla ulaşmadı. Doğru dürüst öğrencilere burs bile dağıtılmadı ama resmî kurumlara yardım edilmiş gibi gösterildi.
Vakıf malı yiyenin sonunun ne olduğu tarihte örnekleriyle yer aldı. Gülen örgütü bu sonu kendisi hazırladı.