Geçtiğimiz hafta hayata veda eden eski MİT ajanı ve Yazar Prof. Dr. Mahir Kaynak'tan bir alıntı:
"Terör bir zabıta olayı değildir. Tersine siyasi bir olaydır. Çözümü de siyasaldır. Şu anda ABD ve Avrupa, Türkiye'deki iktidarı beğenmemekte ve devirmek istemektedirler. Terörün kaynağında da bu vardır ve terörü tırmandıracaklardır. Bunun bir sebebi Türk-Rus ilişkileridir. İkincisi Türk ekonomisindeki bağımsızlığa gidiştir."
Mahir bey günümüz gerçekliğine neredeyse tıpatıp uyan bu konuşmayı 1977 yılında yapmış. Süleyman Demirel Başbakan olduğu sırada, Türkiye'de kan gövdeyi götürürken ve Batı ile Doğu Bloku arasındaki savaş tüm şiddetiyle sürerken. Mahir bey MİT'teki bir üst düzey yetkiliye bu fikirlerini aktarmış. İki gün sonra da kızağa çekilmiş.
O zamanki Demirel iktidarından farklı olarak bugünkü iktidar terörü siyasal bir mesele olarak görüp "Çözüm Süreci" adı altında müzakerelerle ele alıp nihayetlendirmek üzere. Türkiye, Rusya ile ilişkileri de dengeli yürütüyor çünkü ticaretinin, ihracatının büyük bölümünü Batı'ya yapıyor. Ekonomide sistemin dışına çıkmadan güçlenmeyi hedefliyorlar.
ŞU SÖZLER DE ABDULLAH ÖCALAN'DAN
Öcalan'ın avukatıyla 14 Mayıs 2003 tarihli görüşmesinden:
"ABD ve İsrail, Kürt hareketinin kontrolünü ele geçirmeye çalışıyor. ABD bize teslim olun diyor. Niye ABD'ye sığınalım? Bu Kürtlerin ipinin ABD ve İsrail'in eline geçmesi demek, Türkiye'nin 50 yıl daha kontrol altında olması demektir. Kürt sopası ile Türkiye'yi terbiye edecekler. 93'lerde bu bana dayatıldı. Kabul etmedim. Mücadelemden de vazgeçmedim. Talabani, Hasan Cemal ile yaptığı röportajda Apo beni dinlemedi demekle doğru söylüyor. 93'te yanlarına gitseydim Stinger füze bile verirlerdi."
Öcalan gibi 'gel-git'leri olan biri bile 2003 yılından bugün olan bitene gönderme yapmış sanki. Ve hâlâ, daha da güçlü biçimde aynı çizgide.
Ama bir de Kandil ve HDP'ye, onun Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'a bakın.
Malum, içinde istihbarat örgütlerinin cirit attığı terör örgütü IŞİD'in uluslararası güçler tarafından Kobani'ye yönlendirilmesi ve PKK'nın kışkırtılmasıyla 6-8 Ekim tarihleri arasında 52 insanımız vahşice katledildi. Provokasyonu Kandil ve PKK'nın siyasal uzantısı olan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş yaptı.
Öcalan'ın aksine o, âdeta Amerika'nın karanlık odaklarından ve cemaatten aldığı talimatları uyguluyor.
MOLOTOF DEĞİL DEMİRTAŞ SORUNU VAR
Öcalan, Demirtaş'ın yüzüne de söylemişti "Parlak çocuksun, seni benim yerime hazırlıyorlar ama dikkat et" diye. Etmedi, oyuncak oldu ve 52 insanın kanına girdi.
Şimdi iç güvenlik paketiyle ilgili olarak "Türkiye'nin Molotof diye bir sorunu yok" diyor.
Haklı.
Türkiye'nin Molotof diye bir sorunu yok.
Selahattin Demirtaş diye bir sorunu var.
Çünkü molotofla bir, bilemedin iki kişi öldürülebilir ama Selahattin Demirtaş'ı konuşturarak yüzlerce kişinin kanına girebilirsiniz.
Demirtaş, ABD ve Cemaat'in Kürt sopası olmaktan kurtulacak mı acaba?
CEMAATTEN "ÖZ ELEŞTİRİ" VE KONJONKTÜREL DEMOKRATLIK!
Cemaat'in buçukuncu gazetesi Taraf'ta yazmaktan başka kusuru olmayan Mücahit Bilici'nin geçen gün olağanüstü bir dille kaleme aldığı Cemaat eleştirisinde katılmadığım tek husus var. O da Cemaat'in Kürt meselesinde öz eleştiri yaptığı.
Aynı safdillik Ümit Kıvanç'ta da mevcut.
Bilici, Cemaat gazetesi Zaman'ın iki yazarı; Mustafa Yeşil ve Kerim Balcı'nın Kürt sorununda Cemaat'in geleneksel milliyetçi ve güvenlikçi sathi yaklaşımını terk eden yazılar kaleme aldığını belirterek "Cemaat'in Kürt sorununda demokrat bir çizgiye gelmesi pek çok açıdan önemlidir" diyor.
Bilici yazının devamında cemaate öyle bir eleştiri yapıyor ki, zaten onu okuduğunuzda bu örgüt mensuplarının nasıl ikiyüzlü, pragmatik, konjonktür demokratı olabileceklerini yeniden idrak ediyorsunuz. Bilici daha ilk satırlarda Cemaat'e "İnsanları aptal yerine koymayı bırakın" derken tam da bunu hatırlıyoruz işte.
Cemaatin ve yazarlarının öz eleştiri filan yaptığı yok. Selahattin Demirtaş'ta vücut bulan ilişkiler ağını kotarırken de şimdilik eski faşizan milliyetçiliklerini ve ırkçılıklarını terk etmiş görünmeyi tercih ediyorlar.
Arkası sırlı aynanın "KCK'yı unutun, valla bir daha yapmayacağız" diyen bu riyakârlığı unutması mümkün değil.
Çünkü yarın öbür gün "Askerî casusluk davasını unutun, valla kaza oldu" diyecekler. Balyoz'u da unutun, sahte CD'leri, Hrant Dink'i, kararttığımız hayatları da unutun.
Unutun, unutun, unutun...
Umuyorum pek yakında bir gün, Türkiye onları tamamen unutacak.