Önceki günkü yazımda Sultanahmet’teki canlı bombanın DAEŞ’li olduğunu açıklayan Başbakan Ahmet Davutoğlu’na “Nereden anladık?” diye sormuştum. Nitekim hükümet sözcüsü Sayın Numan Kurtulmuş
"Takip edilmekte olan isimler arasında yoktu” demişti.
Bu sorunun haklılığı Başbakan’ın daha sonra yaptığı “Aldığım bilgiler bu meselenin görünür yüzünün dışında bazı önemli unsurlar ve perde arkasında etkin aktörler olabileceği kanaatimizi pekiştirdi" açıklamasıyla ortaya çıktı.
O hâlde Nabil Fadlı’nın kimliğine ve şu kritik işaretlere bakalım bence:
1-İlginç olan DAEŞ’in böyle sansasyonel bir eylemi hâlen üstlenmemiş olması. Normalde bu tarzda büyük eylem örgütler tarafından hemen üstlenilir.
2-Nabil Fadlı 1998 doğumlu ve Suriyeli Nusayri bir baba ile Ermeni bir annenin oğlu.
3-Genetik kökenine bakılırsa Fadlı bir Şii. Zaten ortaya çıkan takip bilgilerine göre Ankara’da Caferi camisinde namaz kılmış.
4-Daha önce Muhaberat'ta, yani Esad’ın istihbarat teşkilatında çalışmışlığı var.
5-Olaydan sonra tutuklanan Fadlı ile ilişkili üç kişinin Muhaberat'tan olduğu bilgisi elde edildi.
Sonuçta nereden baksan tuhaflıklar zinciri.
Bu yüzden “her gördüğümüz sakallı ya da canlı bomba DAEŞ mensubu mu” diye iyi düşünmek gerek.
DAEŞ küresel oyun kurucuları açısından kullanışlı bir enstrüman. Ancak Batı’nın bizi Suriye’deki DAEŞ bataklığına çekme konusundaki hevesini biliyoruz. Zaten amaç hasıl olmuş ilk etapta. Önceki gün sınırdan ve Başika kampından yapılan atışlarla 200 DAEŞ’li etkisiz hâle getirilmiş. Devamı nasıl gelir meçhul.
Bir soru daha:
“Türkiye ne zaman yabancı istihbarat örgütlerinin ve çeşitli ülkelerin oyun alanı olmaktan çıkacak?”
Bu on yıllardır böyle. Adam tutuyor senin en büyük kentinin kalbindebombalı eylem yaptırıyor. Senin becerebildiğin ise o ülkelere ait istihbarat toplamak ve bunu dillendirmekten ibaret.
Artık daha fazlasına ihtiyaç var.
İkinci el aydınların mağduriyeti
Demokratik bir rejimde aksayan yanları mahkûm edip içlerinde yanan devrim mitosunu en iyi temsil ettiğine inandıkları PKK gerçekliğine ve şiddetine göz yuman Türkiye intelijansiyasını geçtiğimiz aylardaki bir yazımda yarı-felçli aydın olarak tarif etmiştim.
Bu zihinsel nüzulün sonucu olarak Güneydoğu’da yaşanan olaylar hakkında ortaya atılan bildiri ile örgütün hendekleri, barikatları, tuzaklı mayınları, bombaları, roketatarları, cami ve okulları kundaklamaları, çocukları ve sivilleri öldürmeleri âdeta kutsandı.
Terörün Türkiye genelinin önemli bir yüzdesini oluşturmasa bile akademiada 1128 taraftar imzacı bulabilmesi ancak bir çılgınlığın işareti olabilir. Ne yazık ki şiddeti putlaştıran, kuş beyinli militanların intiharı andıran gözüpeklikleri karşısında vidaları gevşeyen çoğunluğu kadın akademi mensupları kolaylıkla baştan çıkmakta, devrim hayallerini taşere ettikleri örgütün katlettiği çocukları ve sivilleri “savaş zayiatı” olarak görme ahlaksızlığını içselleştirebilmekteler.
Onlara edebiyatı yakından takip etmeme rağmen yüzde 95’ini tanımadığım “edebiyatçılar” ile sinema sektöründe çalışanlar da eklenmiş. Aralarında epey senarist var.
Başkalarının yazdığı senaryoya imza attıklarının farkındalar mı bilmiyorum. Orijinal adı yakında ortaya çıkar. Türkiye’de vizyona giren senaryoya “İhanetin kör karanlığı” desek yaraşır.
Gelgelelim canımı sıkan bir şey var. Haklarında savcılık soruşturmaları ile birlikte gözaltılar başlamış.
Anlamsız bir uğraş. İkinci el aydınları önce mağdur, sonra kahramanyapmaya çalışmanın Türkiye’ye bir faydası yok. Sevgili yazar arkadaşım Nurhan Fidan’ın da ifade ettiği gibi Türkiye ahalisinin kahir ekseriyeti akademik unvanı olsun ya da olmasın, “entelektüel şiddet” içeren bu ayar metinlerini ergenlik devresindeki çocuklarına şefkat gösterir misali pek iplemiyor, “büyüyünce geçer” refleksiyle geçiştiriyor.
Sanki interaktif tiyatro oyunu gibi. Seyirciyi (halkı) oyuna dâhil etmek istiyorsun ama seyirci sadece bakmakla yetiniyor. Hâsılı oyuna katılmıyor. İşin ilginç yanı, hedef kitle olan Kürtler de katılmıyor oyuna ve kendi ülkesinde göçmen olma pahasına PKK’yla devleti baş başa bırakıyor, kendini daha güvenli hissettiği Batı illerindeki Türklerin yanına gidiyor. Devrim için bulamadıkları halkı Suriye’den getirtmeye kalktılar Kobani saldırısını başlatarak ama bu da fayda etmedi.
Bırakalım bunları, böyle dağınık kalsınlar.