O çocuklar ellerine silah almamışlardı...
Sana ve bana göre farklı dünyaların çocuklarıydı belki ama umutları vardı herkes gibi. İnsanlığın geleceğine dair kendilerince idealleri vardı. Sonuçta her şey insan içindi.
Oyuncaklar topladılar artık Kobani'de olmayan çocuklar için, araç ve gereçlerini, malzemelerini hazırladılar büyük bir hevesle.
Kimbilir, ailelerinin, anne ve babalarının yürekleri nasıl çırpınmıştır onlar "Kobani'ye gidiyoruz, orada kütüphane ve park yapacağız" dediklerinde. Tedirginlikle, "Gitmen şart mı?" bile diyememişlerdir kararlı çocuk gözlerini görünce. Kendi yaşadıklarını ve deneyimlerini anlatmak için yutkunmuşlardır birkaç kelam etmek niyetine ama, yine daha ağızlarından kelime bile çıkmadan "Dönüşte görüşürüz anne, baba" sözünü işitmişlerdir. Bazı gençler okuyarak, dinleyerek değil, tecrübe ederek, el yordamıyla öğrenmek niyetindedir ne yazık ki.
Sonuçta ister kandırılmıştır, ister inandırılmıştır deyin, hepsi boş.
O çocukların hepsi masumdu.
Kızgındılar, nefretle yüklenmişlerdi belki ama suç onların değildi ki... Ülkemizi esir alan kutuplaştırmadan, kahrolası nefret söyleminden en çok onlar nasiplerini almıştı. 13 yıldır öylesine bekleyen ve muktedir olamayan muhalefet, seçimle alamadığı iktidarı bir türlü "vermeyen" lider ve partisini nefret objesi haline getirmekte bulmuştu çareyi. 2002'de 10 yaşında olan gençler bu yaşa gelinceye dek hep bu nefret söylemiyle doldurulup boşaltılmışlardı kendilerine benzeyen binlercesi gibi.
Nefret, o denli güçlü olmasa da karşı nefreti doğurmuştu. Her iki tarafça yapılanlar az buz değildi...
Ama sonuçta o genç bedenler paramparça olduktan sonra bunları konuşmak, yazıp çizmek nafile. Her şey boş, biliyorsunuz değil mi?
Bugün o çocuklar, yarın başka anne ve babaların çocukları.
Bu acıyı ortaklaştıramazsak, içimizde, kalbimizde hissedemezsek geleceğimiz kötü.
Gençler 1980 öncesi ve sonrasında sık sık yaşandığı gibi yine ülkemiz üzerinde oynanan oyunun bir parçası haline getirilmek isteniyor. Kutuplaşmanın, düşük yoğunluklu bir savaşın enstrümanı olarak kullanılmak üzere hedef seçiliyor.
Haşmet Babaoğlu'nun inanılmaz tanımıyla, her "derde" deva olan o İngiliz anahtarı gibi örgütün(IŞİD) Suruç'taki katliamının arkasındaki güçlerin istediği de tam bu.
DAVUTOĞLU'NUN FARKI
Suruç katliamından sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun teessürünü son derece derinlikli bir şekilde ifade eden konuşması, olay bağlantıları hakkında bilgi verirken ajitasyondan uzak duruşu, herkesi soğukkanlılığa, ortak duruşa davet edişi tüm kesimler üzerinde çok olumlu etki yaptı.
Ve en olumlu tavır ise gazetelerin büyük kısmı ya fark edemediği için ya da özellikle es geçmesine rağmen Başbakan'ın katliamda yaralanan gençleri hastanede ziyaret etmesiydi. Fikir ayrılıklarını geri plâna atarak bu ziyareti gerçekleştiren Başbakan'ın insani duruşu, bence önemli bir farklılık ortaya koydu.
BIKTIRAN "ALGI OPERASYONU" LAFI
Sevdik bu tanımı. Yalan da değil, doğru. Batı uluslararası medyasıyla, içerideki ve dışarıdaki temsilcileriyle, işbirlikçileriyle bu işi çok iyi beceriyor.
Ama senin de elin armut toplamasın artık.
İmkânın var, siyasetçin, akademisyenin, medyan, uluslararası bağlantıların ve paran var. Azıcık sen de kımılda ve bu türden algı operasyonlarını karşılayıver bir zahmet...
Adamlar göz göre göre hep aynı şeyi yapıyorlar.
Türkiye'yi "IŞİD mi DAEŞ mi, DEAŞ mı her neyse, kendi kurup Orta Doğu'ya saldıkları bu çirkef örgütle bağlantılı olmakla" mı suçluyorlar? Gereken cevabı uluslararası platformda vermeyi bileceksin. Veremediysen, kamuoylarını ikna edemediysen bu senin sorunun artık. Başbakan Davutoğlu önceki gün yine söyledi, "DAEŞ'i 2012 yılında Resmî Gazete'yle terör örgütü ilan eden ilk biziz" diye. Güzel de biz bunu daha geçen yıl kamuoyuna duyurabildik. O da araştıran gazeteciler sayesinde. O kadar gizlenmiş yani. Batı'daki bu "Algı operasyonu" yeni değil ki. İki yıldır devam ediyor. Peki, biz şikâyet etmekten başka ne yaptık?
Hani bir laf vardır, "Başımıza gelenlerden korkmadığımız zaman korktuğumuz başımıza gelir" diye.
Biz de öyleyiz. Adamlar bağıra çağıra 100 yıldır yapmakta oldukları tezgâhların yeni sürümünü uygulamaya sokarken kendimizden emin bir şekilde baktık durduk. Korkmadık. Şimdi bıkmadan aynı şeyi tekrarlıyoruz; algı operasyonu.
Sıkıldık artık.