Düşünün. Anadolu’nun orta yerindeki Adıyaman ilimizin Kâhta ilçesi var ve biz onu ne yazık ki ülke olarak yalnızca Kâhtalı Mıçı (Mıçe) ile tanıyoruz.
Oysa o ilçe dünyanın en önemli hazineleri, binlerce yıllık geçmişinden bugüne kalan anıt eserlerin merkezidir; Hitit, Arami, Emevi, Asuri, Artuklu, Pers, Helen, Bizans, Sasani, Roma, Memlûk, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin buluşma noktasıdır, bu pek bilinmez.
İşte bu ilçeye bir gün Selami Korkutata adlı genç, mütevazı bir kaymakam gelir ve Kâhta sınırları içinde yer alan Kommagene Kralı Antiachos’un Nemrut Dağı’nın zirvesindeki “Tanrılara saygı” için yaptırdığı ve her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği o heykellerden yola çıkarak bir fikir geliştirir. Kâhta ve bağlı olduğu Adıyaman, çevresiyle birlikte binlerce yıldır o kadar çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır ki onların bıraktığı izlerden ve masallardan kalan üç bin yıllık muazzam miras neden “Hayalî bir uygarlık” fikri ile günümüzle buluşturulmasın? Kaymakam Korkutata “Bir bienal düzenleyelim” der ve bu fikrini de çok ama çok az bir devlet desteğiyle, genellikle de sponsorluklarla, tamamen insani bir gayretle hayata geçirmeye başlar. Fikir o kadar benimsenir ki yukarıdaki başlangıç teması ile yola çıkılır. Bienal Fransızcada “Her bir diğer yıl” anlamına geldiği için “iki yılda bir düzenlenen kültürel ve sanatsal etkinlik” olarak bilinmekte.
Açık söylemek gerekirse Adıyaman’a indiğimde benim söz konusu bienalin nasıl yapıldığıyla ilgili okuduklarımın dışında pek bir fikrim yoktu. İlk gecemizin sabahı erkenden Atatürk Barajı’na doğru yola çıktık. Bir hayli taşlı yollardan aşağıya inerek Belören köyü sahilinde bizleri bekleyen iki tekneye atladık. Bize rehberlik edecek kişiyi de o anda tanıdık; bienalin küratörü (sanat eserleri sergileri düzenleyicisi) Nihat Özdal. Bize ilk söylediği söz “Buradan Nevali Çori açıklarındaki adalara gideceğiz, eserlerimiz orada” dedi. Nevali Çori, Hilvan ilçesinin kuzeybatısındaki Neolitik Çağ’dan kalma bir höyük ve yerleşim yeri. Atatürk Barajı’nın Şanlıurfa tarafında kalıyor yani.
Ve tek tek Atatürk Barajı üzerindeki eserleri görmeye başladık. Çünkü hayalî uygarlığın ana mekânlarından biri de ADALAR olarak seçilmişti. 23 ülkeden 53 sanatçı eserleriyle bienale iştirak etmiş ve eserlerini Adalar başta, Kâhta, Adıyaman ve çevresindeki tüm tarihî eserlerin çevresine yerleştirmişlerdi.
Geçmişten günümüze uygarlıkların toplu mezarlıklarını temsil etmekteydi bu eser ve çok çarpıcıydı.
Doğrusunu söyleyeyim. Giderken ne göreceğim konusunda ciddi endişelere sahiptim. Ama ortaya konulan değerli çabayı görünce gözlerime inanamadım. Kim derdi ki Kâhta’ya Selami Korkutata adlı bir kaymakam gelecek ve bu açık hava müzesinde, dünyanın en geniş alanına yayılmış bir bienal fikrini ortaya atacak, onu en başta Adıyaman Valisi Mahmut Çuhadar destekleyecek, ardından etkinliği İpekyolu Kalkınma Ajansı düzenleyecek ve 23 ülkeden 53 sanatçı katılıp eserlerini sergileyecek.
Türkiye artık farklılaşan bir ülke. Devam edelim.
Söyleyeyim; İzmir Devlet Senfoni Orkestrası. Bu şahane fikri akıllarına getirenlere, uygulayanlara helal olsun. Ama bu bienalin adını bile işitmeyip ilgi göstermeyen gösterişçi “sanatsever” burjuvazimizin ve “elitlerimiz”in Hafıza Odası adlı sergisiyle cümbür cemaat Diyarbakır’a doluşmasına sebebiyet veren moda sanatçımız Ahmet Güneştekin almış kokuyu ve bu konsere atfen “Keşke bu kadar zorlamasaydınız” deyip dalga geçmiş. Sanki Kâhta doğunun en batısı, batının en doğusu ve medeniyetlerin buluşup harmanlandığı coğrafya değil. Dedik ya “Buranın ekmeğini biz yeriz, burjuvaziye ben yeterim” havası. Binlerce insanın o ışıklandırılmış tarihî köprünün gölgesinde dinlediği konseri herkes anlata anlata bitiremiyor. Üstelik Türkücü Zara da gelmiş aynı yere ve 30 bin kişiye seslenmiş tıklım tıklım alanda. Ha size bir haber daha vereyim çok sevgili “elitler” topluluğu. Borusan Quartet de 25 Ekim’de aynı yerde konser verecek.
Kâhta Kaymakamı Selami Korkutata’yı en çok destekleyen ismin Adıyaman Valisi Mahmut Çuhadar olduğunu söylemiştim. Onunla da tanıştık, restore edilmiş olağanüstü Kâhta Kalesi’nin halıların serildiği bir odasında yer sofrasında yemek de yedik. Tabii, çiğ köfte başta, tavuklu buğday pilavı ve helva. Bu yemek o kadar ilginç geldi ki mekân ve atmosfer bakımından bana.
Çünkü Mahmut Çuhadar da mütevazılığı yanında çok üretken bir insan. Epey konuşup sohbet ettik ve bu arada yıllardır neden Türkiye’de olmuyor diye yakındığım bir projeyi hayata geçirmek üzere olduğunu anlattı bana. Göksu Çayı’nın Kızıl İn denilen mevkiine bir küçük marina inşa ettiriyor. Bu arada iki sponsor şirkete iki adet de yolcu teknesi aldırmış. Göksu Çayı’ndan Fırat Nehri’ne bağlanan ve oradan 80 kilometre boyunca tarihî duraklara uğrayan bir yolculuk nehir teknesi yolculuğu tasarlamış. Ve bu proje önümüzdeki yaz hayata geçecek. Bu arada Selami Korkutata’nın Cendere Köprüsü civarına bir karavan kamping yaptırma düşüncesini de işitince “Tamam” dedim. Aradığım, alternatif turizm nedir, faydalı turist nasıl getirilir bilen, vizyon sahibi, işinin ehli iki idareciyle karşı karşıyayım. Nitekim Nemrut’un tepesinden inip kahvaltı yaptığımız Karadut köyündeki evin sahibi Bayram Bey’in “Sabah akşam dua ediyoruz, onun sayesinde bu yıl bol turist gördük” dediği Adıyaman Valisi ile Kaymakam’ın bu çabaları sayesinde vilayete gelen turist sayısında bu yıl patlama yaşanmış ve neredeyse 250 bini bulmuş. Ama tabii bu daha artabilir çünkü uçak sayısı yeterli olmadığı için pek çok kişi ya Şanlıurfa ve Malatya’ya ya da Gaziantep’e gidip oralardan gelmek zorunda kalıyor. Geçen pazar THY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat, CNN TÜRK’te Hakan Çelik’in konuğuydu. Bolat orada “Bütün doğu ve Güneydoğu’yu turizm destinasyonu olarak öne çıkarmak için çalışacağız” dediği için umutlanabilir Adıyamanlılar diye bir ön müjde vereyim.