En büyük derdim dil, kültür ve toprak

A -
A +
Anadolu kültürünün kıymetini bilelim. Türkiye sosyoloji ve filoloji okutan ikinci ülkedir. Benim en büyük derdim dil ve kültür. Bence dil ve kültür gidiyor. Dil ve kültür giderse ulus gider, toprak kaybolursa vatan giderEn büyük derdim
dil, kültür ve toprak Sunuş İnsanın şanslı olduğu günler vardır ya, işte o günlerden biri. Hayrettin Karaca ve Ediz Hun. Hayatımız, doğamız, evlilik, aşk, hayata dair her şey bu röportajda. (Laf aramızda sunuşum bayağı coşkulu oldu herhalde, heyecanıma yorun lütfen) O kadar sıcak, samimi oldu ki sohbet, ümit ediyorum yazımıza yansımıştır. Toprak Dede'yi hepimiz biliyoruz. Biz Hayrettin Karaca olarak yaptık sohbetimizi. ''Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu var. Bir yoksa iki olamaz. Ben bir idim şimdi seni de çevre konusunda uyandırdıysam iki, üç olduk. Bir yerden başlamak lazım. Bak başladık bile.'' Nasıl dördü, beşi bulmazsın ki bu emeğe? Hadi siz de var mısınız? G.K.Z > Doğduğunuz yıllara geri dönersek, Hayrettin Karaca'nın aklına ilk neler gelir? Ben Bandırma doğumluyum. Yunan yakmış gitmiş Bandırma'yı. Haydar Çavuş Camisine bütün erkekleri doldurmuş. Babam 23 yaşındaymış, zor köye kaçmış. Bombardımanda anacığım beni çamaşır kazanı altında saklamış. En son Yunan Bandırma'dan ayrılmış. Tarih 17 Eylül 1922. Altı aylıkmışım o zaman. Anacığım anlatırdı, fırın bile yokmuş o zamanlar. Ben o günleri hatırlamıyorum. > Çocukluğunuzdan, ailenizden... Ben varlıklı bir ailenin çocuğuydum. Herkes çarık giyerdi. Kösele alabileceğimiz halde ben de çarık giyerdim. Ancak bayramlarda bütün mahallenin çocukları ayakkabı giydiği için ben de giyerdim. Zorlanırdım, çünkü ayaklarım nasır bağladığından acıtırdı. Bir tane taş fırınımız vardı. 15 günde bir annem ekmek yapardı. O ekmeği keser yerdik. Komşularımız, komşu annemiz vardı. Annem beni çağırırdı: 'Hayrettin babana söyle akşam çarşıdan şunu şunu alsın.' Bununla beraber kulağıma eğilip fısıldayarak komşu hakkı olanları da vermemi isterdi. Ayrıca, 'Tanrı Misafiri' diye bir kavram vardı. Kapı çalındığında kimsin, nesin, kaç gün kalacaksın sorulmazdı. Anadolu kültürünün kıymetini bilelim. Türkiye sosyoloji ve filoloji okutan ikinci ülkedir. Benim en büyük derdim dil ve kültür. Bence dil ve kültür gidiyor. Dil ve kültür giderse ulus gider, toprak giderse vatan gider. Sene 1921, düşman Eskişehir'i geçmiş ve Kütahya'ya kadar gelmiş, Sakarya Savaşı olmak üzere iken Ankara'da bir kongre kuruluyor. Ne kongresi biliyor musunuz? Dil ve kültür kongresi. Biz yine savaşır, kazanırız ama dil ve kültür giderse geri kazanamayız. > Varlıklı bir ailesiniz ama hiç belli edilmiyor? Bizim bir imalathanemiz vardı 1917'de. Yemek veriyoruz işçiye. Ninem de konfeksiyona baktığı için kadınlar da gelirdi çalışmaya. Ninem akşam eve gelince ertesi günün kazanları kuşbaşı, et her ne ise hazırlar, anacığım pişirir, çıraklar taşırdı. Herkes tahta kaşığını evden getirirdi. İmalathanede yemekhane diye bir yer yok, makinelerin arasına hasırlar serilirdi. Babama usta derlerdi, patron, işveren gibi şeyler çok ayıp idi. Ustanın yeri yoktu kendine özgü yemekhanede. Nerede yer bulursa oraya otururdu. Zenginliğini gösteren hiçbir şey yapamazdın. Anacığımın da bir pazeni, bir basması vardı. Varlıklıydık ama evimizde hizmetçi yoktu. EDİZ HUN: Sosyal eşitlik, adalet bu olsa gerek. ALLAH'A ÇOK İNANDIM Bir kız 20 yaşına gelmiş ama o artık evde kalmış kart idi o zamana göre. Eyvah! (gülerek) O kızı baş göz etmek artık mahallelinin sorunu idi. Ona bir damat bulunacak. Annem, ninem, mahalleli kadınlar bir araya gelir, bir şekilde bulunur, kız evine gidilir, eğer münasip görürseniz gibi yumuşak cümlelerle istenir. Babaya bir sorulacak denilir ama sorulmaz, kız evde kalmış zaten. İki taraf da varlıklı ise sorun yok. Ama bir taraf zorda ise hissettirilmeden destek olunur ama o taraf yapmış gösterilirdi. Fakir ile zengin arasındaki fark hissettirilmezdi, çok ayıptı. Komşu annenin üstü başı hemen ayarlanır ve başköşeye o otururdu. Ben hacca gittim ondan sonra kafam değişti. Allah'a çok inandım. Hem ne kadar inanıyorum biliyor musun? Onun her şeye kadir olduğuna inanıyorum. Allah gücüne inananlar için O, her şeye kadirdir. O her şeyi yapar. Bana neler verdi, neler verdi.. Kahır verdi, beni eğitti. Acı verdi, aç kaldım. Londra'da tam beş gün aç kaldım, arkadaşlarım bana hiç para vermediler, yalnız su içtim. Açlığı öğrendim. Ne güzel oldu ama! Ne güzel.. > Gelelim eşinize, romanlara konu olan tanışma hikayenize? Ben iki kez evlendim. İlk evliliğim 19 yaşında Bandırma'da oldu. İkinci evliliğim ise 28 yaşlarında idi. Köylere gidiyordum o zaman. Harman dövüyorum, bostan bekliyorum, buğday yıkıyorum, üzüm topluyorum. Manyas'ta bir tanıdığımızın bağ evi ve bağı var. Onlara gitmiştim. Sabah güneş doğarken üzümler toplanır. 12-13 yaşındayım. Büyük bir çayırlık alan vardı. Benden çok uzakta bir kız gördüm, bana baktı, ben de ona baktım ve vuruldum. Kızın yüzünü tam göremedim ama bana tuhaf bir şeyler oldu. Sonra evlerin orada bir pencere var, bakıyorum ben oradayken perde daha çok oynuyor. Haa vaziyet anlaşıldı, durum karşılıklı. Ev sahibi Nefise abla var ama dalgayı çakmadı daha. Bir sene sonra yine gittim. Perde yine açılıp kapanıyor. Ama bu sefer perde daha uzun süre açık kaldı. Adını bilmiyorum adı sadece doktorun kızı. 16 yaşına falan geldim. Ama hâlâ yüzünü görememişim adını bilmiyorum. Yine oralarda geziniyorum. Nefise Abla bir gün dedi ki 'Türkan'ı da çağırayım mı?' anladım ki adı Türkan'mış ve Nefise Abla durumu çakmış. Karşıma oturttu. Mısır zamanı. Türkan'ı da sözde beraber mısır toplayalım diye çağırmış. Ama ne mısır toplaması, o bana bakıyor, ben ona bakarken hop kafamızı öne eğiyoruz. Sesini bile duymadığım biri ile böyle kaçamak uzaktan bakışmalar bir süre sürdü. > Adını öğrenmeniz bile 3-4 yıl sürmüş. Bu roman olarak da yazıldı. Sonra ben 19 yaşına yakınım. Babam artık beni baş göz etmek istiyor. Fabrikayı ben idare ediyorum. Bana kız getirip gösteriyorlar. Ben Türkan'ı istiyorum diye anama babama söyleyemiyorum. > EDİZ HUN: O zamanlar öyle tabii Hele bir Çakır Hakkı'nın kızı var, dünya güzeli ama boşuna ben Türkan'ı istiyorum. Nefise Abla ve babası bizde çalışıyorlar o vakit. Nefise Abla'ya açıldım. Ama Türkan ve ailesi babasının doktor olması sebebiyle başka yere taşınmışlar. Babamlar adresini buldu. Amcam kızı isteyecek. "Kıza vermek için bir iki satır bir yazı yaz" dedi. Elim ayağım titredi Aman Allah'ım o kalem o kağıt... Sadece 'Türkan benimle evlenir misin?' diye yazabildim. İsteniyor, aile münasip görüyor, bir de kıza soralım diyorlar. Ailesinin yanında ne desin kızcağız, 'Hayrettin'i istiyorum 'diyemez ki! Tam amcam kapıdan çıkacakken; 'Amca, ben Hayrettin'e varacağım' diyor, kulağına fısıldayarak. Gelinlik, düğün, dernek. Düğünümüzde sesini ilk defa işittim, inanın. > Sonra neden ayrıldınız? 4.5 yıl evli kaldık. Verem oldu ve öldü. Babası hekim olduğu halde çok uğraştık ama nafile. Güzelliğini bir yere bırakın ama harika bir insandı. > EDİZ HUN: O zaman verem çaresi olmayan bir hastalıktı. Kerime Nadir, Hıçkırık adlı filmde Hülya Koçyiğit'in oynadığı Nalan karakterinde o da aynı şekilde veremden ölmüştü. Yazık, çok üzüldüm. > Sonra bu evliliğinizden bir oğlunuz oldu, çok üzüldünüz ve yalnızsınız, ne yaptınız? Niyetim yok evlenmeye. Ama çocuğum var, küçük, ellerde. 1932'de fabrikayı İstanbul'da kurmuştuk. Bir ayağımız Bandırma, bir ayağımız İstanbul'da. İki erkek kardeşim var. Burgaz'a pikniğe gidecekler. Herkes bana abi der. Abi sen de gel deyince, gittim. Başka arkadaşları da var. Biri farklı, tamam dedim, bu kızla evlenilir. Bana seslenirken o da abi deyince, dedim ki 'Herkes bana ağabey diyebilir ama sen diyemezsin.' İşte ilan-ı aşk! > Sizin hayatınızda iki cümle belirleyici olmuş. 'Türkan benimle evlenir misin?' ve 'Sen bana ağabey diyemezsin!' Her iki evliliğimde de ne Türkan'a ne de Sevim'e seni seviyorum demedim. Bakışımla, davranışımla belli ettim. Sevip sevmediğin zaten belli olur. > Belli ama kadınlar duymak ister. Dille söyleyeceğine, gözle söyleyeceksin. Sonra Sevim ile evlendik. Üç çocuk babası oldum. İlk oğlum Atay sonra Halil ve kızım Kına. Halil ve Atay'ı kaybettik. Kızım Kına İtalya'da yaşıyor. İkizleri var. O da dönmeye karar verdi. Kızım diyor ki 'Babacığım dönünce kerpiç evimiz olacak, önünden dere akacak, hiç elektrik olmayacak. Kızımla yaşayacağız. > EDİZ HUN: Hayrettin Bey böyle varlıklı bir hayatın yanında çok acılar da çekti. Bütün bu yaşananların yanında Türkiye'nin çok sevdiği, inandığı bir insandır. Sevgili Hayrettin Karaca bence filozofsun. Hayrettin Bey bu Allahın size lütfu. 1980'lerin başında bir Karaca mağazasının açılışında bana dedi ki: 'Bir vakıf kuruyorum. Erozyon ve çevre içeriği olacak.' İşte o bugünkü TEMA Vakfı'dır. KEKEMELİĞİ NASIL YENDİ? > Erozyon ile yollarınız nasıl kesişti? Hayrettin'in inadı ve kararlılık. Bir özürlülük beni buraya kadar getirdi. Eğer o özürlük olmasaydı belki bunları yapamazdım. Kekemeydim. Hâlâ da öyleyim ama çaktırmıyorum. İlkokulda bir Zehra muallime vardı. Benim kekemeliğimin farkında. Ve beni koltuğunun altına alıyor çaktırmadan. Benden önce birine yazdırıyor, sonra başkasına okutuyor sonra bana sadece yazdırıyor incinmeyeyim diye. Kızlar şikayet ediyor, Hayrettin saçımızı çekiyor diye. Eyvah dedim. Kızların yanında uzat elini dedi. Çocuklar bakın bu kadar güzel eller hiç saç çekebilir mi? Ne kadar mahçup oldum. Bir daha kız saçı çekemedim. > Kızların saçını niye çekiyorsunuz? Çünkü konuşamıyorum. Kendimi nasıl göstereceğim, nasıl ispat edeceğim? Bugün bu kendini ispat etmek meselesidir. Okul hayatım boyunca çok hakaret gördüm. Konuşamıyor dediler, kekeme dediler, alay ettiler. 9. sınıfın tatilinde şarkı söyleyeceğim. Oradaki görevliye ben kekeme değilim demiştim. Aaaaahmet diyeceğime normal, sakin Ahmet deyiverdim. Sonrası geldi. > EDİZ HUN: İrade bu işte! En büyük derdim
dil, kültür ve toprak
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.