Sunuş
Mesut Uçakan. Yönetmen, şair, yazar. Uçakan ile ilgili bilgi toplarken kendisi için sağ kesimde sinemanın öncüsü, temsilcisi gibi tanımlarla karşılaştım. Röportaj sonrası aslında Mesut Bey'in bu sınırlar içinde kalmadığını gerek aldığı ödüllerden gerekse sinemaya olan bağlılığından dolayı daha iyi algıladım. Şöyle bir şey var ki, aslında her aşkın, her çalışmanın ve her emeğin insanı Yaradan'a bir adım daha yaklaştırması ve bunun bilincini her cümlede bir şekilde hissettiriyor olması mutlaka ki, Mesut Uçakan'ı farklı kılan özellik bence. Şöyle bir ayrıntı da var ki; ünlü yönetmen İstanbul'a ilk geldiğinde okul harçlığını çıkarmak için gazete satmış. Özellikle belirtti. Türkiye gazetesi satmış. Gün geliyor, o zaman harçlık için helalinden gazete satan o öğrenci ile bugün biz mesleğinde isim olmuş bir yönetmen olarak röportaj yapıyoruz. İşte bir başarı öyküsü daha, sevgiyle kalın... G.K.Z.
Milli sinema fikriyle bugüne kadar çok sayıda filme imza atan yönetmen, senarist, şair Mesut Uçakan, başından beri 'duruş'unu sürdürmek için çok gemiler yaktığını, çok acılara katlandığını söyledi. Uçakan, "İsim vermek istemiyorum ama bazı oyuncular vardır Mesut Uçakan filmlerinde oynamaktan çekinirler" diyor.
>> Sanata yolculuğunuz nasıl başladı?
1953 Kırıkkale doğumluyum. İlkokul son yıllarında bir genç kıza âşık oldum. Bir binbaşı kızıydı. Ona olan hasretimiz ve kavuşamamak gibi olaylar yüzünden duygularımızı şiir ve sanatla ifade etme çabasına yöneltti. Her genç o dönemde şairdir, fakat bir şiirin akademik olarak sanat tarafıyla ilgilendik ve çok önemli çabalar ortaya koyduk ve orta öğretim döneminde hocam şiirlerimi gördü ve dedi ki; 'Ben bunları kitap olarak çıkaracağım. Tabii o yaştaki bir genç için çok büyük bir poz, kitabı olan biri olmak. Bütün masrafları öğretmenim karşılayacaktı, buna rağmen benim verdiğim cevap 'Hayır, hocam kabul etmiyorum.' oldu. Kabul etmeyişimin nedeni de ileride öyle büyük bir şair olacağım ki bu yazdıklarımdan utanacağım.
>> Kırıkkale'den sonra üniversite öğrenimi için İstanbul yolculuğunuz başladı.
İçimizdeki bu sanat tutkusu filmlerimizde de gördüğünüz İstanbul nostaljisiyle birleşince fakir, yalnız, taşralı bir gencin kafasında olağanüstü büyük bir ideal kendini gösterdi. Bu idealle İstanbul'a Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulunu okumak için geldim. Üniversite İstanbul'a gelmek için bahaneydi aslında. Buna rağmen okulun iftihar listesinin başına konan tek talebeydim. Atom mühendisliğini bile kazanabilecek kapasiteye sahip olduğum halde, "Hayır, ben İstanbul'a gideceğim. Gerekirse tavan arasında aç susuz yaşayacağım ama çok büyük bir sanatçı olacağım" dedim. Sanat dediğim de kafamda sadece şiir ve roman yazarı olmak vardı.
ROTAMI BABAM ÇİZDİ
İstanbul'a geldiğimde çok yalnızdım. Şehir adeta bir insan çölü gibiydi. Ailem fakir işçi emeklisi, beni teşvik ediyor ama babam mükemmel birisi. Onun da bana katkısı büyüktür. Hep binbaşı olmak istedim. Babam da bizim tipik sağduyu sahibi Anadolu insanının getirdiği şevk ve heyecanla, kabul etmedi ve imam hatip okuluna gönderdi, 'sen imam hatip okuyacak, insanlara faydalı olacaksın' dedi. Gitmemek için çok ağladım. Şimdi ona dua ediyorum. Çizmiş olduğu yolda gitmiş olmaktan son derece memnunum.
Tabii ilkokuldan sonra daha aşklarımız oldu. Sanatçı bu işte, bir yere konar, daha sonra başka bir yere. Ama bütün eşya ve hadiselere baktığınız zaman anlarsınız ki karşınızda tecelli olarak en güzel cemal tarifi imkânsız güzellik ancak Yaradan'da vardır. Tabii bizim yaşadığımız bu duygu, iniş çıkışları aşkları çok büyüterek kendimize pay biçmek biraz mesnevi bir davranış gibi geliyorsa da öyle değil. İnsan hep mutlaka bu acıları duyguları az ya da çok yaşamıştır ama onu kendine anlamlandıramamıştır yani onu sanatta dışa vuramamıştır.
OKULLU YÖNETMEN
>> Sinema ile tanışmanız nasıl oldu?
O dönemlerde kendi kendime senaryo yazıp kabul ettirmeye çalışıyordum piyasadakilere. Figüranlık yaptım üç beş kuruş kazanmak ve sinemayı tanımak için. O zamanlar giderdik figürasyon bürosuna, bizim şimdi 'şunu al gel, şuraya bak' dediğimiz prodüksiyon amiri büroya gelirdi. Herkes titreyerek ayağa kalkar sıraya geçerdi beni beğensin diye. Sonradan gün geldi bir patron, yönetmen olarak sinemaya hizmet ettim.
>> Okulu bitirmeden sektöre adım attınız.
Okulu bitirmeden yani okul döneminde sürekli sinema sektörüne girdim ve sinema kulübüyle karşılaştım. Orada bir sinemacı grup vardı. Grup benim için çok önemliydi. Hem düşünce hem inanç hem yaşantılar örtüşüyordu. Sinemada yerli kültürü ifade etmek açısından büyük bir boşluk vardı. Ben sinemada bu boşluğu doldurma çabası içerisine girdim kendi çapımda. Dedik ki biz şiirimizi kalemle değil kamerayla yazalım. Bir taraftan piyasada sinema yazarı olarak çalıştık, bir taraftan da teorik olarak Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu'nda okuduk. Ondan sonra da kendimizi kamera arkasında bulduk. İlk olarak son sınıftayken Müjde Ar ile 'Lanet' filmini çektik. İlk kitabım "Türk Sinemasında İdeoloji" okurken yayınlandı. Hâlâ daha bir benzeri yazılamadı o kitabın.
EN İYİ ÖDÜL ALLAH'TAN...
"Rahmet ve Gazap" filmi 1982'de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından en iyi film seçildi. 1988'de "Reis Bey" hem Türkiye Yazarlar Birliği'nden hem de Kültür Bakanlığı'ndan ödül aldı. 1993 yılında "Kelebekler Sonsuza Uçar" filmi de Antalya Altın Portakal Film Festivalinde halk kürsüsü ödülünü kazandı. 1995'de "Ölümsüz Katiller" Taşkent Film Festivali'nde insan haklarını savunan en iyi film seçildi. Bunlar çok da önemli değil. Ben asıl çok daha zor olan bir ödülün peşindeyim; bütün yaşadıklarımı güzel bir ölümle sonuçlandırmak, Allah'tan ödül almak...
>> Filmlerinizin büyük çoğunluğu kendi alanında bir ilk olma özelliği taşıyor.
Evet... Mesela, 1988'in o koyu sansür döneminde "Reis Bey" filmiyle yargıları yargıladık. Türk sinema tarihinde ilk defa ciddi bir bilim kurgu çalışması olan ve beyin naklini anlatan 'Kavanozdaki Adam'ı 1987 yılında çektik. 1993'te İstiklal Mahkemeleri'ni çok ağır bil dille eleştirdik. 1995'te 'Ölümsüz Karanfiller' ile ilk defa faili meçhulleri gündeme getirdik. 2007'de çektiğimiz "Anka Kuşu", ilk defa tarikatları kurtarıcı bir iksir olarak ele aldı.
>> Filmlerinizde hep sonsuzluk özlemi var. Bu bir mesaj mı?
Hepimiz sonsuz karelerde dolaşan bir filmin içindeyiz. Tabii bizim her dönem fikriyle iç içe oluşumuzun dışa yansıması nihai noktada... Mesela bir kitabım çıktı "Sonsuz Karelerde Bir Çığlık" diye. İlkokulda kapıldığım aşk beni nerelere kadar sürükledi...
>> Eserlerinizin hepsinde içeriğini bile bilmeden isminde mutlaka bir mesaj veriyorsunuz.
Doğal olarak yazdığım konuları bilinçaltlarından geçerek dışa yansıttığım için o içimdeki nefes, atmosfer, özlem olduğu gibi filmlerimde dışa vuruyor.
>> Neden bir süre sinemaya ara verdiniz?
'Ölümsüz Karanfiller' filminden sonra 8-10 yıl kadar ekonomik ve değişik sebeplerden dolayı sinemaya ara vermek durumunda kaldım. Bu on yıl içerisinde müthiş bir metafizik sancısı sarıp sarmalamıştı beni. Yani hal planında değil ama daha çok ilmi planda böyle bir eşya ve hadiseleri sorgulama süreci içerisine girmiştim. Bir türlü o sancının dışında bir şey anlatmayı düşünemedim.
>> Alaylı ya da mektepli diye bir ayırımınız var mı?
Aslında tek yönlü olarak mektepli olmak hiç bir şey ifade etmez. Nitekim çevremizde üniversiteyi bitirdiği halde kamera görmemiş, set ortamında bulunmamış, sinema, sanat nedir bilmeyen bir yığın genç geliyor. Sadece alaylı olup usta-çırak ilişkisiyle yetişenler de teorik kısmında çok zayıf ve yetersiz kalabilir. Böyle olduğu için pratikte bir ustanın yanında pişmek zorundadırlar.
>> Yakın zamanda gerçekleştirmek istediğiniz bir proje var mı?
Şöyle söyleyeyim iki büyük proje var elimde. Biri dizi diğeri ise sinema filmi. Dizi olarak hazırlamaya çalıştığımız proje öyle sanıyorum ki Türkiye'yi biraz sarsacak. İkinci olarak bir sinema filmi projesi, büyük görkemli sahneler var. Hendek Savaşı'ndan, Malazgirt ve Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethini kapsayan günümüzdeki konuyla beraber iç içe harmanlanmış bir öykü içeriyor.
>> Ailenizden sizin yolunuzu süren oldu mu?
5 çocuğum var, ama onların içerisinde benim yolumdan giden olmadı.
ENTELEKTÜEL KESİM KORKAK DAVRANIYOR
Kendisini "millî hassasiyetleri ön plana çıkarmış bir yönetmen" olarak nitelendiren Mesut Uçakan, bu sebeple, entelektüel kesimin olaylara klişeden baktığını, çok korkak davrandığını belirtiyor. Uçakan, "İsim vermek istemiyorum ama bazı oyuncular vardır Mesut Uçakan filmlerinde oynamaktan çekinirler" diyor.
ÖĞRENCİYKEN TÜRKİYE GAZETESİ SATTIM
Öğrencilik yıllarında ailesine yük olmamak için gazete, helva, simit sattığını anlatan Yönetmen Mesut Uçakan, Türkiye gazetesinin bu manada kendisinde çok önemli bir yeri olduğunu söylüyor. Uçakan, gazetemizi dağıtarak okurlarıyla buluşturduğunu ifade etti.
ÇOK GEMİLER YAKTIM
Ben sinemaya başladığımdan beri belli bir duruş sergileyerek geldiğim için o duruşu sürdürme noktasında, gemileri yaktığım için çok acılara katlandım. Çok teklifi reddettim prensiplerime uymadığı için. Tabii birini reddettiğiniz zaman piyasa, "sen şöyle bir dur kardeşim" diyor. Böyle olunca da kendi imkânlarınızı kendiniz bulmanız gerekiyor. İmkanlar da kısıtlıysa sponsor bulmak zorunda oluyorsunuz. Kafanıza uyanı bulmak da çok zor. Ayrıca hayata bakarken helal-haram sınırlarımız var. Bir başkası bira fabrikasında sponsor bulurken ben istemem o parayı. Dolayısıyla çok sıkıntılar çektim. Bütün bunlara direnmek her kişinin kârı değil.
DİZİ SEKTÖRÜ YERİNE OTURDU
>> Şu dönem TV dizileri oldukça popüler. Siz nasıl bakıyorsunuz?
Özel televizyonlar çıktığı zaman sinema olayına o kadar büyük bakıyordum ki, ben dizi çekmem dedim. Çünkü dizi çekmek konfeksiyon işçiliği gibi. Ucuz sıradan birkaç günde çekip yayına veriyorsunuz. Dizide sadece eğlendirmek, olayları köpürterek anlatmak heyecanı vardır. Her ne kadar biz bunu söylüyorsak da artık dizi sektörü yerine oturdu, ekip ne yapacağını biliyor. Çok usta ekipler oluştu, hatta bazen iki ekip oluşturarak sinema tadında ciddi güzel işler de yapılabiliyor.
>> Son dönemde türk sineması sizin pencerenizden nasıl görünüyor?
Türk sinemasında son dönemde ortaya çıkan manzara aslında çok tartışılması gereken bir durumda. 90'lı yıllarda en iyi filmler 300-400 bin seyirci çekmiştir. Şimdi bir filmi 3-4 milyon kişi izliyor. Bir de o zamanlar senede 5-6 film çekiliyordu, şimdi yüzlerce... Son bir yılda 100 küsur film çekildi. Bu belli bir yere getirdi sinemayı. Çalışanlar çoğaldı, sektörünü tam olarak besledi.