VAKİT geldi. Sabah akşam geçmişle övünmek şu yanda dursun. Gınâ getirdiniz. "Efendim, şu ulu câmi ataların eseri" Başka? "Şu çeşme, şu çınarlar üçyüz yıllık iftiharımız" "Bu konak, bu meydan tam ikiyüz senelik" Daha başka? "Bu gördüğünüz taş mektep Osmanlı'nın armağanı." "Sonra; karşıdaki köprü, yüz yıllık değirmen, yandaki büyük çarşı bizlere atalardan emanet" ¥¥¥ İyi de güzel kardeşim, Sizler ne yaptınız? Hangi yeni eseriniz, seyir kuleniz, parklarınız, devâsa meydanlarınız, kıyıları çimenli göletleriniz yarınlara kalacak? Sizin hediyeleriniz ne? Bir sonraya ne bırakacaksınız? Hangi izi, hangi iftiharı? Ne diktiniz, ne çaktınız, ne verdiniz? ¥¥¥ İşimiz gücümüz övünmek. Bunca övüngen kişiler; nutuklarını, yazılarını erkekçe şöyle sonuçlandırıp süsleyebilmeli: "Bunlar da; yani iki katlı kütüphâne, bol ağaçlı üç bulvar, tiyatro binamız, havalandırmalı sinemamız, resim galerilerimiz, müzelerimiz, spor ve konser salonlarımız, güreş çayırlığımız, çocuk yuvamız, bilgisayar evimiz de bizlerden yarınlara armağan!" ¥¥¥ Aslolan bu yiğitliği gösterebilmektir. Selçuklu ile övün, Osmanlıyla şımar, Cumhuriyetle kabar... Sonra?... Sonrası tısss. ¥¥¥ Dünlerle selâmlaşmaya, geçmişimizle sevinmeğe elbette ve binler kere evet de, şimdilerden yarınlara sizden ne kalacak? Biz, siz, onlar... Muhtarı, belediye reisi, kaymakamı, valisi, hepimiz, sonraki nesillere ne bırakıyoruz? Kuru kuruya övünmek olmaz. Esere eser katmadıktan, güzelliğe güzellik eklemedikten sonra, coşa bağıra övünmek hakkımız mıdır? Vazgeçin şu ezbercilikten. Bırakın artık afrayı, tafrayı. ¥¥¥ Eser üretin, eser! Yorulun, kahrolun, mahvolun ama; çocuklarınızın sizlerle gurur duyacağı, kalıcı mekânlar düşleyin. Gençliği okumaya, sanata, hitabete, iz'ana, spora ve güvene taşıyan yeni iftiharlara yönelin. "Bu surlar, bu değirmen, şu çarşı..." "Bu çınarlar, konaklar, çeşmeler..." Yeter, duymak istemiyoruz. Bize bundan böyle kendi hayallerinizden, hasretlerinizden sözedin. ¥¥¥ "Övünen" değil, hayır! "Övünülen adam" olmaya doğru hörelenin!