SOKAKLAR nihayet simitçilere kaldı. Ne dediği pek anlaşılmayan taşra seslenişli mahcub delikanlılar, "Miiit!.. Ze üiiidd!" bağırışlarıyle kuşluk vakti ve ikindi üzerleri kaldırım arşınlıyor. Buna da şükür. Sokak satıcılarını hep sevmişimdir. Onlar şehrin; ikramcı, vakit bildirici, sımsıcak ışıltılarıdır. Ne var ki, giderek azalıyor. Dediğim gibi, ortalıkta bir simitçiler kaldı. ¥¥¥ Zerzevatçıları şimdiki nesil tanımaz. Sırtlarında kocaman seleler, hep taze sebze satar, mahalledeki herkesle çarçabuk dostluk kurarlardı. Henüz morarmış kadife renkli patlıcanlar, ince kabuklu yayvan domatesler, zümrüt gülüşlü kıvırcıklar ve "Baadeeemm!" diye tanıtılan, çiçeği burnunda küçümen Çengelköy salatalıkları nasıl unutulur? Artık eski zerzevatçılar yok. Tadı hâlâ damakta sebzeler epeydir kayıp. ¥¥¥ Yoğurtçu ve sütçüler de yitip gitti. Çoğu mevsimlik gelirdi İstanbul'a. Zerzevatçılar yaz ve güz sabahlarını, boza ve sahlepçiler kış vaktinin kara ayazlı gecelerini şenlendirirdi. Seslerini duyar, ısınır, ferahlardık. Sabah satıcıları, şehri; varlıklarıyle, âvazlarıyle, muhabbetleriyle, bayram şekerleri misali boyayıp güzelleştirirdi. 5-6 yaş çocuklarının yegâne dostu onlardı. ¥¥¥ Bir de limoncular olurdu. Önlerinde üç tekerlekli ahşap tezgâh; İstanbul'un suriçinde; Saraçhâne, Atpazarı, Draman ve Kocamustafapaşa'daki yarı eğik evlerin pencerelerine taraf seslenirlerdi: "Çaya, çorbaya... Suluuu!" Ünlü romancımız Faik Baysal böyle bir limoncuyla sonunda ahbap olmuş. Sokaktaki hâl-hatır merasiminden sonra limoncu soruyor: - Faik Bey, romancılık ne kazandırır? - Eh işte... - Evin barkın var mı? - Yok. Kırk yıldır kiradayız. - Böyle olmaz, demiş limoncu. Boşa kürek çekiyorsun. Alalım sana da bir tezgâh, öğle vakti bir Fatih-Edirnekapı yap, gerisine karışma. Faik Bey anlatırken hem gülüyor, hem ahlanıyordu: "Yahu, hâlimize limoncular bile acıyor" derken yüreği buruluyordu. ¥¥¥ Evet ya... Tezgâh limoncuları, karpuzcular, maydanozcular fena kazanmazdı. Vatan Caddesi'ndeki iri çınarın gölgesini yurt tutmuş beyaz önlüklü göçmen turşucu, Amerika'da oğul okutuyordu. 1960'lar nire, 2001 nire? Kırk yılda neler değişti neler... Gece efiltili, kabak çekirdekli, serin gazozlu bahçe sinemaları kayboldu. Artık ne macuncu amcaları tanıyor çocuklarımız ne uçurtmacı ağabeyleri. ¥¥¥ Şimdi caddeleri gündüz vakti araba gürültüsü, geceleri oto alârmları dolduruyor. Biz de evlere kapanıp, asık suratlarla ekran eskitiyoruz. Her dönemin kendine has güzellikleri var. Bu devrin de vardır mutlaka ama, ekran başından bir kalkabilsek. Haftada hiç olmazsa iki defacık dost ahbap ziyaretine gidebilsek. ¥¥¥ Yarın gece, uzun zamandır görmediğim bir aileye uğrayacağım. Ansızın... "Bana, önce az şekerli, köpüklü bir kahve" diyeceğim. Sahi, akşam sonraları kahve içilen ev kaldı mı ki?