Hâlâ mı komünizm?

A -
A +

“Türkiye’de çok değerli maden yatakları var ama çıkarttırmıyorlar” söylentisi bir efsaneden mi ibaret yoksa gerçek mi zaman gösterecek belki; lâkin şu günlerde yine anlıyoruz ki bilinen kaynakları bile çıkarmak kolay iş değil.
Meselâ Sakarya’da 3 ayrı doğalgaz kaynağı bulunmuş. Müjde! diyeceğiz ama onu da çıkarttırmamak için kimbilir kimleri gönderecekler ayak bağı olarak.

Gerçekten çevre kaygısı olanları istisnâ kabul edelim fakat, artık benim Türkiye’de çevreci gösterileri kaldıracak midem yok. Dünyada 490 tane nükleer santral varken Türkiye’de yapılmaması için canla başla çalışanlara “çevreci” demek bana çok safça geliyor.

Derin felsefe bilgisine sahip olduğumu söyleyemem, felsefeye ayıracak 1 saniyem de yok ama komünist felsefenin en temel argümanlarından birinin özel mülkiyet hakkını reddetmek olduğunu biliyoruz.

İnsanlığın ve hayatın fıtratına aykırı bulduğum komünizm denen bu bulaşıcı hastalık öyle bir hâl almış ve yayılmış ki, yol keserek hak arayan köylü teyzeleri gördüğümde bile sebebini hep burada arıyorum.

Köylü teyze diyor ki: “Ben köyün yakınından geçen suyu kimseye vermem.” İyi de teyzeciğim, o su senin mi ki “vermem” diyorsun. Kendi şahsî mülkün hariç her şey devletindir, devlet de kendi malını istediği gibi kullanır.

Bu ağacı kesemezsin, bu suyu alamazsın, buraya baraj istemem, buraya maden ocağı istemem, bu yolu kullandırtmam!...
Hangi hakla?
Senin olmayan mülkü nasıl seninmiş gibi savunuyorsun? Komşu bahçesindeki ağacı kestiği zaman, “Dur, o ağacı kesemezsin!” diyebilir misin?
Diyemezsin çünkü onun kendi mülkü ve istediğini yapar.
Aynen bu şekilde, en geniş mülk sahibi de devlettir ve mülkü üzerinde istediğini yapma hakkına sahiptir.

Hatırlarsak, Türkiye’yi bir felakete sürüklemeye ramak kala durdurulan Gezi olayları da aynı felsefeden besleniyordu: “Ben parkıma dokundurtmam.”
Park senin değil devletin, devlet de kendi malına istediğini yapar. İster ağaçlarını keser, ister satar, isterse beton döker.

Madem demokraside yaşıyoruz, senin yapacağın sadece oy vermeyerek veya dilekçe, e-mail, imza toplamak vs. yoluyla bunu istemediğini devlete iletmektir.
O park üzerinde hiç kimsenin hiçbir hakkı yoktur. Olsa bile hakkını savunmanın yolu, polisle çatışmak, yol kesmek, araç yakmak değildir.

Hatta, devlet lüzum görürse şahsî mülkü de istimlâk edebilir. Sadece, devletin biçtiği değeri yetersiz buluyorsan dava açabilirsin.

Şimdi bu durumda, Cerattepe’de veya bundan sonra çıkarılacak her madende, kesilecek her ağaçta devlete baş kaldırmayı, polise tekme sallamayı hak sayanlara sadece şunu sormak lâzım:
Hangi hakla buna karşı çıkıyorsun?
Kimin malını kimden koruyorsun?

Tabii bunlar kısmen masum sorular. Belki daha temel sorular da sormak gerek.
– Ajan mısınız? Kimin ajanısınız?
– Yabancı vakıflardan destek alıyor musunuz?
– Hangi profesyonel organizatörün şemsiyesi altındasınız?
– Kaçınız bu yörenin insanısınız?
Ve saire...

Ben yetkili olsam bu soruları, hatta on mislini sorarım.
En ufak ipucu yakalarsam da hesabını sorarım.

Oyuncak değil, memleket meselesi. Bunlara kalırsa ne iş yürür ne düzen tutar. Çevre, çevre diye her yatırıma karşı çıkacaklar anlaşıldı.
Yeter artık!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.