Bilgisayar ve İngilizce öğretmeni olarak çalışan Lokman Ayva, belediyeye geçiş yapınca bu işi bırakmış. Yurtdışında pek çok çalışmalarda bulunan, birçok engelli kuruluş ve vakfında da yöneticilik yapan Ayva, adaylıktan sonra bu görevlerinden ayrılmış. -Görme engelli birinin Konya'dan kalkıp Boğaziçi'ne, oradan da milletvekili adaylığına uzanması nasıl oldu? "-Menenjit hastalığı geçirdim, 11 yaşında kör oldum. Beş yıl evde kaldım, çok kötüydü. Çünkü yarınla ilgili hiçbir beklentim yok. Yarın dünün, gelecek yıl bugünün aynı. Okul, iş, evlilik, askere gidip geleyim, hiçbir beklenti, plan yok. Radyo dinleyicisiydim. Beklediğim şey sadece arkası yarının yarınki bölümüydü... Anneniz babanız düğüne, cenazeye gitmek zorunda. Ortak kaygı şu. 'Lokman'ı götürsek rahat edemez, bıraksak onunla kim duracak?' Bu insana yük psikolojisi getiriyor. Diyorsunuz ki, madem insanlara bir faydam olmayacak yarın, niye oksijeni kirleteyim ki?..." Çileler olgunlaştırıyor -Oradan, o noktadan sizi çeviren, kurtaran neydi?... "-Tabii inançlar var. Kabartma yazıyla ilgili okuma yazma seferberliği başlamıştı. Bir umut doğmuştu, o etkili oldu. Bizim oralarda, Türkiye'nin bir çok yeri hâlâ aynı, körlerin okuyamayacağı düşünülüyor. O konuda çok sıkıntı yaşadık. Onu atlattıktan sonra ekonomik nedenlerle zorluklar yaşadık. Normal okullara devam ettim ortaokuldan sonra. Körler okuluna başladığımda oraya, oradan çıkınca da normal okula adapte olma zorluğu yaşadım. Tahta var karşınızda tahtayı göremiyorsunuz. Notlar almanız lazım. Benim kullandığım aletler takır tukur ses çıkarıyor. Sosyal aktiviteler vardı hiçbirine katılamıyor, kenarda kalıyorsunuz. Bir de perde arkası duyguları var. 18-19 yaşındasınız, delikanlısınız, birileriyle arkadaşlık etmek istiyorsunuz, dışlanıyorsunuz. Çok acı duygular yaşadık. Geçmiş hayatımız çok zor oldu ama sıkıntılar yaşanıyor geçip gidiyor. İyi ki de yaşamışım, çileler olgunlaştırıyor insanı..." -Nasıl başardınız? "-Ben hep iyi insanlarla karşılaştım. Benim annem babam okuma yazma bilmez, bana da okuyan insan lazım... Abimin, ablamın arkadaşları okudular. Annem babam yiyecek buğdayımızı satıp, bana yol parası verdi. Konya'nın Ilgın ilçesinde oturuyorduk, evi kiraya verip sırf bana destek olmak için Konya'ya kiraya taşındılar. O yaştaki insanlar için kolay değildi bu. Arkadaşlarım, yeğenlerim çok destek oldular mesela. Kitap okumadan, gidip gelmeme kadar. O zaman bastonla hareket edemiyordum, yürürken beş yaşındaki yeğenime bile muhtaçtım. O yeri geldi oyunundan fedakarlık etti..." Nietche ile gelen evlilik -Şimdi bir yuvanız, iki çocuğunuz var. Biraz da evlilikten söz etsek. Nasıl tanıştınız mesela? "-Şule hanım bizim derneğin şubelerinden birinde çalışıyordu, ben de genel başkandım. Bir akşam Nietche'nin bir metni vardı elinde ruhun özgürlüğüyle ilgili. Fotokopisini çektirmiş çantasında taşıyor çok ağır bir metin. Dedim bir kız bunu taşıyabiliyorsa kafası çalışıyor demektir. Ondan sonra ilgimi çekti. Tabii ilgi çekmesi başka duyguları da getiriyor. Ben Boğaziçi'ne götürdüm onu. Oranın bahçesinde romantik bir ortam var ya. Bir ağacın altına oturduk. Ben bir cümle söyledim. O da attığım pasa karşılık verince iş var bu işte dedim. Üç yıllık evliyiz. Biri 23 aylık, diğeri 15 günlük iki oğlumuz var..." -Üç yılda iki çocuk. Başka çocuk düşünüyor musunuz? "-Bunu Şule hanıma sormak lazım. Patron o, o bilir..." Özürlülük engel değil -Mecliste engelli milletvekillerinin olması, engelliler açısından bir fark oluşturacak mı? Ne kadar etkili olacağınızı düşünüyorsunuz? "-Bunun en sıradan faydaları bile olur. Ben de olsam, başkaları da olsa... Bir kere özürlülere ve yakınlarına moral olacak. Diyecekler ki özürlüler de bu noktaya gelebilirmiş. Benim çocuğum da çalışıp bunun yapabilir, özürlülük buna engel değil en azından. Bu duygu yaygınlaşacak. İkincisi, kararlar alınırken milletvekilleri özürlüleri ilgilendiren noktaları göremeyebiliyor. Bunu kalkıp söylemeniz bile yetiyor. O konuda milletvekillerinin iyiniyetli olacaklarını düşünüyoruz..." -Seçim çalışmaları içerisinde vatandaşa yaptığınız ziyaretler de var. Nelerle karşılaşıyorsunuz? "-Bazıları benim kör olduğumu anlamıyor. Bak diyor ayakkabım ne hale gelmiş. Ben de eğilip bakıyormuş gibi yapıyorum. Görmediğimi anlayınca şaşırıyorlar. Allah Allah, bizim hep bildiğimiz özürlü aciz insan demek, bu ise milletvekili adayı diyorlar. Üçüncüsü takdir ediyor insanlar, helal olsun partine ve sana, bu kadar mücadele edip bu noktalara gelmişsin diye. Talepler, istekler çok oluyor. Vatandaş sorular soruyor acaba bu sembolik bir aday mı yoksa, gerçekten bu işin üstesinden gelebilir mi, neler yapabilir diye. Ekonomi, vergiler, yaşlılar, kimsesiz çocuklar, sağlık konusunda bazen de çeldirici sorular geliyor. Benim de hoşuma gidiyor. Bir de her adaya tepki var bizi sonra unutacaksınız diye. Siyasetçiye güvenmiyor insanlar..." -Engelli seçmenler partiyi mi önde tutuyor, engelli oluşunuzu mu? "-Bu seçimlere kadar ideolojiler, sağ sol önemliydi. Şu anda ideolojisizlik insanların tercihlerini de etkiliyor. Bu iyi mi kötü mü bunu bilmiyorum da. AKP'sinin iki tane özürlü kurucu üyesi var, parti programında, seçim beyannamesinde bu konu var bu yüzden samimi olduğumuza inanıyorlar. Şubat ayında Prof. Emin Atala'nın özürlüler arası siyasi eğilim araştırmasında yüzde 59.6 çıkmış bizim partiye oy vereceklerin oranı. Özürlü çocukları olan milletvekilleri de bu konuda çalışmalar yaptılar bu da çok önemli..." -Meclise girdiğinizi varsayarsak. Öncelikli olarak ele alınmasını istediğiniz konu ne olacak engellilerle ilgili? "-On tane ana başlık var. Eğitim, istihdam, sosyal konular, rehabilitasyon, hukuk, teknoloji, fiziki çevre , maddi sıkıntılar, spor kültür ve sanat. Buna paralel olarak temelinde örgütlenme var. Eğitimle ilgili atıl okulların doldurulması lazım. Bir yanda özürlü okulları atıl durumda eğitim veriyor, diğer tarafta eğitim bekleyen özürlüler var. Özürlülerin kamuoyundaki negatif imajını düzeltmek istiyoruz. Bir bilgisayar benim hayatımı değiştiriyor, teknolojinin özürlünün hayatında kullanımını sağlamak lazım. Üç ayda bir verilen 70 milyon hiçbir şeye yetmez bunun makul bir seviyeye çekilmesi lazım. Bunların hepsi bir yılda bitmez ama başlar..." O, ilk olacak... Düşünsenize... Bilgisayarın bir tuşuna basıp dünyanın öbür ucundaki bilgiye, kişilere ulaşabildiğimiz bir teknoloji çağında yaşıyoruz... Aynı teknolojiyi kullanarak ulaşamayacağınız bilgiler de var tabii. Ülkemizdeki engelli insan sayısı mesela. Dünya Sağlık Örgütü'nün raporları dışında bu konuda sağlıklı bir rakama ulaşmak mümkün değil. Engellilerin pek çoğunun topluma karışmadan aileleri tarafından saklanarak, neredeyse tecrit edilerek yaşadığını düşününce buna şaşmamak gerek galiba... Hayatın içine giremeyen, kıyısından tutunabildikleri kadar yaşamak zorunda kalan engelliler bugüne kadar meclisimizde de seslerini duyuramadılar. İşte meclis kürsüsünden sıkıntılarını anlatmaya ve çözüm üretmeye talip olan görme engelli Lokman Ayva bugün sayfamızın konuğu. 11 yaşında geçirdiği menenjit hastalığı sonucu görme kabiliyetini kaybeden Lokman Ayva, 3 Kasım'dan sonra mecliste elinde beyaz bastonla yemin eden ilk milletvekilimiz olacak belki de... Pek çok engelli derneğinde çalışmalar ve yöneticilik yapan ve "Ümitsizliğin yok edilmesine bir katkım olsa yeter" diyen Lokman Ayva'nın 1966'da Konya'da başlayıp, zorluklara rağmen Boğaziçi İşletme Bölümü'nden mezuniyete uzayan hikayesinden bir kesit size. Oğlum anlamıyor "-Oğlum göremediğimi tam olarak ayıramıyor ama bir şey göstermek istediğinde getirip elime veriyor. Bir arkadaşım söyledi. Benim yaşımdaki birinin kucağına geldiğinde göz göze gelme duygusu onu şaşırtıyormuş. Çünkü biz hiç göz teması kuramıyoruz. Çocuk birden şaşırıyor diyorlar. Sokakta annesinin elini tutmak istemiyor, ben tutayım deyince itiraz etmiyor. Çünkü benim elimden tutulmasına alışmış..." Hasretlik çok kötü... "-Bu duygumu şimdiye kadar kimseye söylemedim. Geçenlerde saat bir gibi yattım. Neredeyse ağlayacaktım, kendimi o kadar zor tuttum ki. Ya, çocukları göremiyorum. Yeni doğmuş onbeş günlük... O kadar da güzel kokuyor ki... Çok dokundu bana. Hasret kalmak, beraberken hasret olmak, çocuk doğduktan sonraki hasretlik çok dokunuyor bana..."