'Ben bazı şeyleri hatırlıyorum. Bazı şeyleri de annemin ve Sabiha Gökçen'in anlattıklarından biliyorum. Şimdi hepsi birbirine karıştı, bütün oldu. Ve bütün bunları çocuklara anlatıyorum.' Böyle başlıyor Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe ile sohbetimiz. Evin her tarafına yayılmış fotoğrafları ve anılar arasında. Ülkü daha dokuz aylıkken başlıyor birliktelikleri ve ölümüne kadar, yani beş yaşına gelinceye kadar hiç ayrılmıyorlar. İşte o da yaşadıklarını 'İnsan Atatürk'ü anlatıyor şimdi. "Özellikle çocuklara hitap etmekten çok zevk alıyorum. Onları bilinçlendirmek, Atatürk'ü doğru tanıtmak lazım. Onlar kitaplardan harpleri, inkılapları okuyorlar zaten. 'İnsan Atatürk''ü tanısınlar diye diğer yönlerini anlatıyorum. Ben canlı olarak yaşadım. Çocuk sevgisini, şefkatini, halkını ne kadar sevdiğini yaşadığım hikayelerle aktarıyorum... Bir iki gün önce Hatay'daydım, büyük ilgiyle karşılandım. Atatürk eğer oraya gitmeseydi 7 yıl daha yaşarmış. Çünkü hastalığı ortaya çıkmış, "Paşam gitme" diyenleri, "benim şahsi meselem, Hatay'ı ve Hataylılar'ı Türkiye sınırları içine alacağım" diyerek dinlemiyor... Beş dakika ayakta durmaması, konuşmaması lazım. Orada nutuklar veriyor, iki saat resmi geçidi seyrediyor. O yorgunlukla çok hastalanıyor. Bunların bilinmesi lazım." Tabulaştırma yanlışlığı "Atatürk'ü tabulaştırıyorlar, tabulaştırmamak lazım. Canla başla bilip, inkılaplarına sahip çıkmak gerekir. Çağdaş bir Türkiye'de yaşamak istiyorsak bu şart. Bazı okullarda bilinçli olarak yanlış tanıtılıyor. Ben oralara gidip anlatmak istiyorum. Zannediyorum onlar da beni davet edecekler, ya da ben davet ettireceğim. " Evin 'Atatürk köşesi', Ülkü ve Ata'nın birlikte çekilmiş fotoğraflarıyla dolu. Bir döneme tanıklık eden, her biri bir belge olan fotoğraflar. Ülkü Adatepe bunlardan birini işaret ediyor... Ve devam ediyor konuşmaya, "Benim annemi Atatürk'ün annesi büyüttü. Anneme 7 yaşından itibaren Kur'an dersi aldırmış. Annem babamla birlikte üç ayları tutardı. Ben çocuktum o kadar bilemem Atatürk ramazanlarda ne yapardı diye ama anneme hep sorarmış 'Vasfiye namazını kılıyor musun?, orucunu tutuyor musun?' diye. 'Evet' dediği zaman da çok mutlu olurmuş. Zaten kitaplarda da yazıyor. Onun insanların mutlaka bir şeylere inanması gerektiğini, yoksa bir boşluk olacağı her zaman söylediği bir şey. Herkes işini yapsın, ona dil uzatmasınlar. Dünya kabul ediyor onun büyüklüğünü." Onu yeni kuşaklara anlatacağım Ülkü Adatepe zamanını Atatürk'ü yeni kuşaklara anlatmaya çalışarak geçiriyor. Ağırlıklı olarak okullara gitse de pek çok derneğin davetiyle yaşadıklarını çok farklı mekanlarda da aktarıyor. Önümüzdeki hafta Türk-Amerikan Derneği'nin davetlisi olarak Amerika'da bir konuşma yapacak mesela... "Eskiden gençtim, şimdi olgunlaştım ve bunlara ihtiyaç olduğunu görüyorum.. Onu yakından tanıyan kim kaldı ki? Atatürk'ün doğru tanıtılmaya ihtiyacı var" diye tekrarlıyor sık sık. 'Küçük Ülkü' 10 Kasım'lar önceleri yakasız önlükler, okunan şiirlerle yer aldı kafamızda. Bir milletin kendine çizdiği yeni yöndeki büyük liderini kitaplardan tanıdık... Büyük bir mücadele ve inkılaplar... Sonrasında onu insan olarak merak eder olduk. Uzun süre pek çok konu konuşulmamış, ya da yanlış yorumlar yapılmıştı. Yine bir 10 Kasım... Ve Atatürk'ü yakından tanıyan biriyle biraz daha yaklaşmak istedik ona. Manevi kızı Ülkü Adatepe'yle. Yani küçük Ülkü ile... En güzeli Bekir'in sözleriyle başlamak galiba. Röportaj sırasında fotoğrafları çeken Bekir dönüş yolunda "Kitaplarda gördüğümüz Atatürk'ün elinden tutan çocuğu birden karşımda görünce çok şaşırdım. Sanki o da Atatürk'le birlikte kaybolmuştu, sadece fotoğraflardaydı gibi bir düşünce vardı kafamda" diye anlattı duygularını. Hepimizin hafızasına, yüzünde muzip bir ifade ile Atatürk'ün yanında koşturan küçük kız olarak kazınmıştı Ülkü. Atatürk'ün sevgisini kazanan, onu yakından tanıyan şanslı çocuk olarak. Hep küçük Ülkü olarak... Bugün 70 yaşında bir babaanne Ülkü. Enerjisi ve görüntüsü bu yılların çok uzağında tutuyor onu ama... Ölümünün 64. yılında bir çocuğun hafızasına kazınan yönleriyle Ata'yı konuştuk, yakınında olmayı, kızı olmayı. Birlikte geçen sevgi dolu yıllardan sonra beş yaşında Atatürk'ü kaybedince bir boşluğa düştüğünü, kimsenin kendisiyle ilgilenmediğini anlattı. Belli ki kırgındı, belli ki sonraki yıllarda o şefkati, o büyük ilgiyi aramıştı hep. Kafamızdaki resimde yine Atatürk'ün elinden tutan küçük kız olarak bırakıp ayrıldık, Ülkü Adatepe'nin Şişli'deki evinden. Büyük önderi bir kez daha saygı ve şükranla anarak... Beni yanından ayırmazdı ğ "9 aylıktan 5 yaşına kadar hiç ayrılmadık. Her yere birlikte gittik. Annem benimleydi. Babam haftada iki gün geliyor, ya da biz gidiyorduk bir gün falan. Büyük bir sevgi, büyük bir alâka. Ben kötülükten hiç anlamam. İyilikle herşeyi yaptırabilirsiniz bana. Atatürk büyük bir psikolog mesela. Bunu farketmiş, onun yanında mum gibi bir çocuktum. Atatürk beni balerin yapmak isterdi. dansı çok seven bir çocukmuşum. Şimdi de beş saat dans edebilirim. Destek olmayınca olmadı tabii..." ğ "Atatürk annemle babama, kardeş yapmayın Ülkü kıskanır, üzülür demiş. Daha sonra annem bir çocuk istedi ama olmadı. Annem tek çocuk, babam da ben de. Baba tarafından Vural Arıkan'la akrabalık var biraz. Benim iki oğlum var Amerika'da yaşıyorlar. Eşleri Amerikalı. Biraz kuru bir aile. Arkadaşlarım sayesinde yalnızlık çekmedim ama.' Bana sahip çıkılmadı Çocukluğunun ilk yıllarını böyle bir ortamda, büyük bir ilgi içerisinde yaşayan küçük kız onu kaybetmekten nasıl etkilenmişti acaba? Atatürk'ün manevi kızı olmak Ülkü Adatepe'yi zorlamamış mıydı? "Zorlamadı ama ben onun ezikliğini hissettim. Daha sonra gelen hükümetler 'Atatürk'ün yadigarı diye' sahip çıkmadılar. Küçük olarak bir tek ben vardım çocuğu. Afet hanım annemden büyüktü, Sabiha Gökçen annemle yaşıttı. Atatürk herşeyi milletine bıraktı. Bize bir tek ufak bir maaş bıraktı. Annem babam dürüst insanlardı, paraya önem vermezlerdi. Ben çok zor şartlarda koleji okudum. Hiç kimse de sahip çıkmadı. Bugün beş para etmeyen insanın arkasında beş koruma var. Atatürk'ün kızı olarak hükümetler bir araba, bir şoför verir. Sen de o onuru daha iyi taşırsın. Ben de bugüne kadar böyle bir dilekte bulunmadım ama... Tabii bu insanın içinde olan bir acıdır, hükümete karşı bir acı." Kutlamalara ya da anma törenlerine de çağırılmadınız mı? diye soruyorum hemen. "Onu da şu zamana kadar pek yapmadılar. Yeni yeni... Ben de hiçbir zaman, gençken girmek istemedim böyle olaylara. O küçüklüğün verdiği bir eziklik de vardı." Boşluğa düştüm Önce içindeki bir acıdan, ardından da eziklikten sözediyor Ülkü Adatepe. Biraz kırgın, biraz sitemkâr. 'Neyin ezikliği' olduğunu soruyorum. "Yani küçükken kimse alâkadar olmadı ki. Ben Atatürk'le alışmışım. Bir dediğim iki olmuyor. O kadar büyük bir alâka görmüşüm ki. Yukarıdan çık aşağı in. Büyük bir bunalıma girdim ölümünden sonra. Annemle babam daha tutucuydu. Atatürk'ün kızı olduğum için çok üstüme düştüler. Daha iyi okumamı istediler. O üzerime düşüşle çok okumadım ben. Küçük yaşta, 16 yaşında evlendim... Bir reaksiyondu, bir infialdi hayata karşı. Şimdiki aklım olsa böyle olmazdı. Eğer çok rahat ve serbest bir hayatım olsaydı okuyabilirdim. Ben gene de hayatımdan çok mutluyum. Çok büyük bir onur onun kızı olmak, herkese nasip olmayacak birşeydi. Bu gururu hep yaşadım, ömrümün sonuna kadar da yaşayacağım." Onu bir baba gibi sevdim Ülkü Adatepe bir çocuk saflığıyla, temizliğiyle Atatürk'ün yakınındaydı. Acaba onu en çok etkileyen yönleri nelerdi Mustafa Kemal'in? "Onu bir baba gibi sevdim. Büyüdükçe ben de herkes gibi yaptıklarını okudum, daha da etkilendim, saygı duydum. Beni en çok etkileyen şefkatiydi. Çok şefkatliydi. Yalan söylenmesinden nefret ederdi. Spora çok önem verirdi. Spor yapan kötülüğe eğilmez derdi. Beş yaşında bir çocuk siyasetten ne anlar? Benim gördüğüm, sanatçılara verdiği önemdi. Onun sofraları imtihan sofrası gibiydi. Herkesi çağırır, sorular sorar, herkesten birşeyler öğrenmek, öğretmek isterdi. Çocukla çocuk, büyükle büyük olurdu."