Elini sıkı sıkı oturduğu koltuğun kenarına tuttu... Gözleri kocaman kocaman açıldı... Çocuk gözlerinin o parlak kocamanlığıyla... İçinde merak, sabırsızlık, öğrenme isteği, biraz da bilinmeze karşı yaşanan korkuyu barındıran... Daha 12 yaşında Yasemin Başsoy... Babası vefat etmiş, annesi Atatürk Üniversitesi'nde çalışıyor. "Yani yurtta kalan kızlara battaniye falan veriyor" diye anlatıyor annesinin yaptığı işi... Ve bugün pek çok ilki yaşıyor Yasemin. Şaşkın, heyecanlı ama çok mutlu. Aslında bir iki gün öncesinden başlamalı Yasemin'in ve diğer on çocuğun öyküsünü anlatmaya. Onlar Ulaştırma Bakanlığı tarafından bir düş yolculuğuna çıkarılan onbir şanslı çocuk... Yolculukları Erzurum ve Erzincan'dan kara trenle başlıyor... Biraz sıkılmışlar Ankara'ya gelene kadar, "Yol çok uzundu" diyorlar... Ama Başkent'te olmanın mutluluğu yorgunluğu unutturmuş, Ankara-İstanbul arasında raylar boyunca merakları daha da artmış. "Daha önce de trene binmiştim ama koltuklarda yolculuk yapmıştım. Bu sefer çok rahattı yataklarda yattık" diye anlatıyor Yasemin... ehirdeki insanlar çok farklı... -Peki Yasemin'i neler şaşırtmış büyük şehirde? "-İnsanlar çok farklı burada. Nasıl anlatsam, konuşmaları da kıyafetleri de başka. Bize çok iyi davrandılar..." Yasemin'in yanında Habibe var. Aynı sınıfta okuyorlar, abla ve abileri de sınıf arkadaşı. Ve evleri birbirine çok yakın. Yasemin konuştukça o da gülümseyerek dinliyor. "-Erzincan'dan altı, Erzurum'dan beş öğrenci var burada. Bizim için çok değişik bir bayram oldu. Acaba uçak nasıl diye konuştuk yolda. Çok mu büyük diye merak ettik. Üçüncü sınıftayken arkadaşlarımız gelmişlerdi bize uçağı anlatıyorlardı" diye giriyor söze. Bu sırada uçakta kalkış hazırlıkları sürüyor. Ve Freebird Havayolları'nın kaptan pilotları her aşamayı ayrıntılarıyla anlatıyor yolcularına. Hayatlarında ilk kez uçağa binen çocuklarsa havaalanına mı, pistteki uçaklara mı, uçağın iç donanımına mı bakacaklarını şaşırmış durumda pilotları dinleyip olanı biteni anlamaya çalışıyorlar. eniz fotoğraftaki gibi değil... Özkan Işık altıncı sınıf öğrencisi. "Hayalim gerçekleşti. Deniz motoruna binmeyi çok istiyordum o da oldu. Denizi gördüm" diye mutlulukla anlatıyor. "Deniz neye benziyordu Özkan, beklediğin gibi miydi" diye sorunca Özkan'ın cevabı her gün o denizin üstünden, yanından geçen pek çok insanın o derin maviliğe aslında daha yabancı olduğunu anlatıyor: "-Hiç fotoğraflardaki gibi değil. Öyle cansız değil, canlı. Martılar vardı. İlk defa martıları da gördüm..." Özkan'ın yol arkadaşı Erkut. O da 12 yaşında. "Doğrusunu söyleyeyim kalkarken heyecanlandım. Yalan söylemeyeyim aslında korktum. Bir anda Kemal Sunal geldi aklıma. Göğsüme baskı olunca onun gibi kalp krizi geçireceğimi sandım..." Binali Yıldırım'ın gururu Onlara bu düşün kapısını açan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım bir yandan küçük konuklarıyla hatıra fotoğrafı çektiriyor bir yandan da sorularını cevaplıyor. Ve kendisi de çocukluğuna gidiyor onlarla birlikte. "-Ben de bir uçak gördüğümde tarlada sırtüstü yatar seyrederdim, acaba içinde kimler var diye hayaller kurardım. Uçağa ilk bindiğimde 30 yaşlarındaydım. Bu çocuklar şanslı. Hepsi çok zeki, yüzlerinden, davranışlarından çok heyecanlı ve çeşitli düşüncelerle kafalarının karışık olduklarını biliyorum. Çok güzel yorumlar yapıyorlar. Bir tanesi 'Ben buraları gördükten sonra fikrimi değiştirdim. Öğretmen olmayı istiyordum ama artık bakan olmak istiyorum' dedi. Bir başkası oradan hemen söze girdi, 'Ben öğretmen olacağım bakanları da, cumhurbaşkanlarını da onlar yetiştiriyor' diye. Göreve başladığım ilk günlerde böyle bir mutluluğa ortak olmak, onların düşünü gerçekleştirmek çok güzel. Ben de uzun süre düşlerimle yaşadım. Hedefim hep yüksekti. Benim çocukluğum hep hırsla, daha iyiyi elde etmeyi istemekle geçti, zorluklar beni kamçıladı. Düşleri gerçekleştirmek herkes için eş zamanlı olmuyor..." Tam bu sırada yanımıza çocuklardan biri geliyor. Ulaştırma bakanı Binali Yıldırım onunla aynı köyden olduklarını anlatıyor. "Buna demişler ki bak iyi çalış, oku köyümüzden bir adam çıkmadı" diye. Bana diyor ki "Köylülerimiz bilmiyormuş bizim köyden büyük bir adam varmış, gidince anlatacağım"... Uçakların hepsine bineceğim... Yolculuğun sonunda Yasemin "Helikopter ve iki katlı otobüs kaldı binmediğim... Keşke bu uçakla Refahiye'ye kadar gidebilseydik. Orada paraşütle atlasaydık evimize" diye bir düş daha kuruyor çocuk saflığıyla. Hiç kirlenmemiş güzel düşler onlarınki. Bir bayramda gerçekleşen, hiç unutulmayacak bir düş yolculuğu çıktıkları ve hâlâ inanamadıkları. Bir an önce arkadaşlarıyla paylaşmak istedikleri. ...Ve Habibe'nin kulağına eğiliyor Yasemin, "Artık hemşire olmaktan vazgeçtim buradaki hostesleri görünce karar verdim, hostes olacağım... Hem bu uçakların hepsine binmek istiyorum ben..." Habibe ise doktor olmakta kararlı: "Ben yurt dışına giderken senin uçağına binerim" diyor gülerek. İlk uçuş... Denizin kenarında doğup büyüyen biri için, denizi ilk kez görmek diye bir duygu yok... O zaten hep varolan, orada olan bir şey... Denize kıyısı olmayan yerlerde yaşayanlar için ise bu büyük mavilikle ilk karşılaşma anı unutulmayacak zamanlardan. Hele çocuksanız... Hele bir bayram sabahına ilk kez büyük şehirde uyanıyorsanız. ...Ve bayramda öptüğünüz el bir bakanın, başbakanın eliyse. Sonra bütün bu ilklere gün boyunca yenileri ekleniyorsa. Denizi, deniz otobüsünü, koca koca binaları ve uçağı ilk kez görmek. Hayatlarının en güzel bayram hikayesini alan bir grup çocuğun düş öyküsü bugün anlatacağımız. Ulaştırma Bakanlığı'nın davetiyle Erzurum ve Erzincan'dan İstanbul'a gelen onbir çocuğun hikayesi...