Onun deklanşöre her basışıyla dünyanın dört bir yanında yaşanan savaşların bilmediğimiz yönlerini gördük... 25 yıllık süre içinde 100'e yakın çatışma ya da savaşı izledi, insanların kaçtığı yerde görev yaptı. Polonya'daki ünlü Gdansk grevinden, İran-Irak olaylarına, Lübnan, Afganistan, Kuzey İrlanda ve Uzakdoğu'da meydana gelen savaşlara onun objektifinden baktık... Kaçırılan bir uçakta hava korsanlarıyla ilk kez röportaj yapan gazeteci de oydu, "Haberci" adlı programıyla bizi bilmediğimiz topraklarda gezintiye çıkaran da... 1956'da Siirt'te başlayan hayatının büyük bölümünü tehlikenin ortasında çoğunlukla insanın cinnet anını belgelemekle geçiren Coşkun Aral belki de ilk kez sıcak çatışmaların uzağında. Onun savaş bölgesinde olmayışının nedeni de Türk basınının durumunu ortaya koyması açısından enteresan; "-Bağlı olduğum grubun içinde bulunduğu sıkıntı nedeniyle ben henüz bölgeye gidemedim, bekliyorum. Orada olan arkadaşlarım da çok başarılı, izliyorum. Bir şarkıcının o kanaldan o kanala geçişinde kolaylıkla milyon dolarları telaffuz eden medya için, ne yazık ki Nasrettin Hoca fıkrası gerçek oldu. Kazanın doğurduğuna inanmıştık ve şimdi de öldü..." Körfez Harekâtı'nda havada yanıp sönen yeşil ışıklar gösterilmişti televizyonlardan insanlara, şimdi ise bir tank üzerindeki kameranın gözünden görüyoruz savaş bölgesini. İlk harekâtta oradaydınız bugünle bir karşılaştırma yapabilir misiniz?... "-Benim bugüne kadar yaşadığım savaşların dışında bir savaş yaşanıyor, belli bir bölgemizi de ilgilendiren. Böyle bir ortamda bir gazeteci olarak tam bir kargaşa içinde olacağımı düşünüyorum. Karmaşanın, tehlikenin dışında dünyada bugüne kadar yaşanmamış, filmlerde gördüğümüz bir olay yaşanıyor. Ülke olarak, birey olarak, kurum, meslek olarak her neyse az zarar görmek buna bakmak lazım. Dünya buna hazırlanmıştı bilgi olarak. Biz ise hem parlamentoda, hem basında kaç milyon dolar gelecek onu konuştuk tam böyle televole kültürü ile. Yanıbaşımızda yeni bir yapılanma, yeni bir coğrafya oluşacak. Bizim gibi bilgiye değer vermeyen bizim bir gömlek altımız feodal yapılar kullanılacak, kaoslar yaşanacak bölgede. Bizi nasıl etkileyecek, bir işgal, bir bölünme, şu anda öyle bir şey düşünmüyorum ama çevremizde birinci derecede bizi ilgilendiren gelişmeler mümkün. Sağlam olmayan ülkelerin hepsine sıçrayabilir..." Şu anda savaş bölgesinde olsaydınız, nerede olurdunuz?... "-Ben Bağdat'a gitmek için başvuruda bulundum ama Irak hükümeti oniki yıl önce orada yaptığım tanıklığı beğenmediği için vize vermedi. Bunu bizzat belirttiler, saygıyla karşılıyorum. Onun için biraz bekliyorum..." Yaptığınız iş insanın gerçekliğine tanıklık etmek aslında. Nedir insan gerçeği?... Daha çok çirkinlik mi var?... "-İnsanda her şey var. İyilik de kötülük de yanyana. Önemli olan o çirkinliğe büyük ölçüde kendi ve biraz da başkalarının denetimiyle engel olma. Aşırı iyiliğin de doğru bir şey olmadığını görüyoruz. İnsanın en zavallı olduğu, en çaresiz, en sömürüye açık olduğu anlar savaşlar. Savaşın çıktığı yerler ne yazık ki, ikinci dünya savaşından sonrası için bu dönem için söylüyorum üretmeyen, cehaletin hakim olduğu toplumlar..." Neden bunu yapıyorsun sorusu çokça sorulmuştur bugüne kadar size?... "-O anın tekrarlanmaması, insanlık için kalıcı bir mesaj olabilmesi için bir ifade biçimi benimkisi. Bunu fotoğrafla da, vurucu sözcüklerle de, müzikle de yapabiliriz. Teknolojiye paralel yaşam biçimindeki değişme okumaya ayrılan zamanı azaltıyor. O zaman da insanlar bakmaya yöneliyor... Kendi coğrafyamda ve dünya coğrafyasında bunların tekrarlanmaması için benim bu tanıklığı belgeye dönüştürme zorunluluğum var. O engelliyor belirli ölçüde insanları, o yüzden ülkeler savaşa girmekten korkuyor. Bakın İsviçre hava sahasını kapadı birdenbire. Çünkü yüzyıllar önceki savaşın görüntüleri taptaze. Bazıları çok güçlü olduklarına inanıyor ve yeni bir paylaşım için saldırrıyor, bazıları da tarih içindeki yanlışlarını, başkalarının çaresizlikleri üzerine kurdukları servetlerini kaybetmeme savaşı içinde. Hem para hem güç olarak. Bugün yabancı bir yayınevinden gelen telefonda gündeme gelebilecek bir göçle ilgili kitap yapıp yapamayacağımızı soruyorlar. İnternet aracılığı ile benim çalışmalarımın nerelere ulaştığını görebiliyoruz. Gönül isterdi ki aynı ilgi ve itibarı kendi ülkemizde de görebilseydik. Dünya bunlarla uğraşıyor, böyle bir ortamda küçük hesaplar yapmanın yeri yok..." Yaptığınız işteki yeteneğiniz başarınız ortada. Ama o ölüm kalım anlarına tanıklık etme anında siz de aynı riski üstlenmiş oluyorsunuz. Bu ayrı bir yüreklilik mi gerektiriyor?... En iyi kareleri çekme duygusunun ölüm korkusunun önüne geçmesi, hafifletmesi mümkün mü?... "-Ayrıca bir güç, savaş muhabirliği için ayrıca bir cesaret yok. Bu çocukluktan başlayan bir şey. Soğukkanlıyımdır. Başkalarından daha soğukkanlı olmam da yaşadığım coğrafya ve etrafımda çocukluğumdan beri olup bitenlerden kaynaklanıyor. Ekrana bakıyorum şu anda Bağdat'tayım. Üzerine kamera konmuş araçla çölde gidiyor olabilirim. Ne yapmam gerektiğini aşağı yukarı orada olmadan da biliyorum. Çünkü benzerlerini yaşadım daha önce ve bilgi olarak bende var. Şok olmam. Karşıma bir Iraklı çıktığında neler yaşayacağımı beynim daha önceki bilgilerle bana söylüyor. Ama tabii çözüldüğüm, ağladığım anlar her zaman var. Yaralanma, bir organını kaybetme, yanıbaşında çok sevdiğim insanların ölmesi, esir düşmem bunların benzerlerini yaşadığım için her an da yaşanabileceğine inanıyorum. Belli travmalara yol açar elbette, insanım..." Hep farklı coğrafyalarda oldu savaşa, şiddete tanıklığınız. Şiddetin de kötüsü, daha da çirkini var mı?... "-Ordu savaşları, gerilla savaşları, iç savaşlar, ya da gizli savaşlar, terör bütün bunlarda insan davranışları aşağı yukarı aynı. Şiddet hep aynı. Ama belirleyici bazı özellikleri iklimlerden, yaşanmışlıklardan kaynaklanıyor. Bildik coğrafyalara gitme isteği oradan kaynaklanıyor. Bazı yerlerde kurallar, neyi yapmanız, yapmamanız gerektiği kesin olarak açıklanıyor. Bazılarında insanların davranışları çok hızlı değişiyor. Size bir şey ısmarlıyor, içiyorsunuz kafanıza silahı dayıyor vurmaya kalkıyor ya da vuruyor..." Haberci... İki katlı eski bir otobüs almış Coşkun Aral ve onu tamir etmiş... Bu otobüs Mayıs'ta doğum yeri olan Siirt'ten yola çıkacak Aral'ın yeni projesi için. Bize otobüsü gösteriyor. Yan tarafta da haberci programının arşivi, malzemelerin durduğu konteynerlar var. Neler yapacağını anlatıyor; "-Üzerine 'Haberci' yazılacak otobüsün. Bir fotoğraf okulu, belgesel okulu olacak içinde. Alt katta küçük bir atölye olacak. Meraklı gençler için bir okul olacak, bir yandan da kendi küçük belgesellerimizi çekeceğiz. Güneydoğu'dan sonra, Doğu Anadolu'yu dolaşacağız oradan Karadeniz'e geçeceğiz. Ben bu çalışmaları bağlı olduğum grupla yapmayı isterdim ama grup darda olduğu için. Ama her halükarda yapacağım..." ...Ve soruyoruz Haberci uzak diyarlara gitmiyor mu diye?... "-Ne yazık ki programımıza destek bulamadığımız için yayınlayamıyoruz..." Savaş çocukları Fotoğraflarınızda çocukların yeri ayrı. Bütün çaresizlikleriyle savaşın ortasında en çok etkilenen onlar?... "-Gelecek onların. Onların daha sağlıklı, daha iyi düşünebilmeleri için geçmişte yaşananlara ilişkin bazı izleri bilmeleri lazım. O fotoğraflar, o gözler, bakışlar bizi belki bulunduğumuz dünyadan koparıyor. Onların bazı bulgularla donatılması lazım. Tekrar tekrar söylüyorum savaşı bilmeyen toplumlar savaşlara gebe olur. Savaşı bilip, savaşları oluşturacak nedenleri engelleyen, toplumunu bilinçlendiren, üretime teşvik eden toplumlar barışı yaşar. Bize bunlar hep yanlış aktarıldı. Savaşın bilinmediği toplumlarda sadece eğlence varmış gibi..." Savaşın içinde, bütün o yaşananlara rağmen gülen bir çocuk yüzü yakalamak neyi anlatır?... "-Çocuğun oluşumu da bir savaş aslında. Anne karnından, özgürce hareket edişe kadar geçen süre de bir savaş. Belli bir olgunlaşma sürecinde onların dayanıklılığı daha fazla yetişkin insanlardan. Hatta yeri geldiğinde o masumiyet canavarlaştırabiliyor çocuğu. Hiç bilmiyor. Bazı dürtüler onu şiddetin bir parçası olmaya yöneltebiliyor. Benim şahit olduğum bazı savaşlarda en korkunç katliamları yapanlar çocuklardı, araç olarak kullanılmışlardı. Dünyada gelişmiş ülkelerde diyemeyeceğim ama bugün savaşın süregeldiği ülkelerde Irak da dahil birçok ülkede savaşı isteyenlerin büyük bölümü ya çocukluğunu hiç yaşamamış, ya da çocuk yaştakilerdir. Bunlar olgunlaşmamışlığın sonucu. Bu eğitimle olabilecek bir şey. İnsanın vatanını, ailesini seçme şansı yok. O zaman insanlığı seçmek önemli. Güçlüler dümeni ele aldıkları zaman çok söz söyleme hakkımız yok..." Ve onların adalet duygusunu sorgulama da?... "-Yok ki. Onların kavramları farklı. Yaşam biçimlerini bilmiyoruz. Sadece ışıltılı kısmını, alış veriş, eğlence bunları öğrendik..." Soğukkanlıyımdır diyorsunuz ama bugüne kadar sadece kendinize karşı sorumluydunuz. Yakın bir tarihte evlendiniz. Evlilik bazı şeyleri değiştirecek mi?... "-Altıncı ayımıza giriyoruz. Bugüne kadar evlenmeyişimin sebebi onu bulamayışımdır. Benim tamamlayıcım çünkü. Ağustos'ta bebek bekliyoruz. Şu haliyle bile nereye gidiyorsun yok?..." Çocuktan sonra aynı rahatlıkla gidebilecek misiniz tehlikeye?... "-Gözü kara değilim bazı şeylerde. Tek başımayken aldığım risklerden daha farklıyım şu anda. Hiç olmazsa şu anda önemli bir dönemi psikolojisini düşünmem lazım. Ama sonuçta mesleğimdir her zaman yaparım. Aynı şeyleri İstanbul'da da yaşayabiliriz. Ama yeni bir dönem başladı tabii sorumluluklarım eskisi gibi değil daha fazla..." Savaş "ölüm" demek anne... Ben istediğim kadar evde kızımı düşünerek savaş haberleri izlemeyeyim, gazeteleri ondan saklamaya çalışayım... Daha 4,5 yaşında olmasına rağmen kızım savaşın ölüm demek olduğunu öğrenmiş bile... Eve gelen misafirlerin harekâtla ilgili konuşmalarını engellemeye fırsat bulamadan bebekleriyle oynayan bu küçük kızın gözlerinde korku ve acıyla bana "Bu konuyu değiştirelim" demesi!... Ben konuyu değiştirebiliyorum. Televizyonun düğmesine basıp savaşın görüntüsünün (beynimizden çıkmasa da) evimize girmesini engelleyebiliyorum. Ya oradaki anneler?... Onların elleri çocuklarının gözlerini, kulaklarını kapamaya yetiyor mu?... Onların kolları hangisini kucaklayacak, dizleri hangisini dehşetin uzağına taşıyacak dermana sahip?... Ölüm yağıyor gökten... Uzun yıllar önce savaşı yaşamış bir yakınım, "O sirenler yok mu, bugün bile kulağımda sesleri" diye anlatıyor, sanki hâlâ sığınak olarak kullandıkları evlerinin bodrumunda saldırının geçmesini bekliyormuşçasına... Bombalar kilometrelerce uzağa düşse de acısı her yana dağılıyor... Bir tank, hiç görmediğimiz topraklarda pervasızca ilerliyor ve üzerindeki kameradan dünyanın dört bir yanındaki insanlar Hollywood filmlerinde defalarca izledikleri senaryoların uygulanışına tanıklık ediyor sanki... "Oniki yılda ne kadar gelişme kaydedilmiş" diyerek... Gelişme?...