Yıl: 1465... Yer: Gelibolu Karamanlı Mehmed Ali'nin akıllı oğlu daha kundaktayken laftan anlar, insanın yüzüne bilmiş bilmiş bakar. Mahalle mektebini vaktinden evvel bitirir, ulema sohbetlerinde diz kırar. Elbette herkes çocuğunu sever ama o günlerde din, devlet, millet dendi mi duran sular akar. Mehmed Ali Bey oğlunu "cihad mektebinde pişsin deyü" kardeşinin (Kemal Reis'in) yanına katar (1481). Kemal Reis yeğenini asker evladlarıyla bir tutar, "amcana bile güvenme" der, bir başka kadırgaya yollar. Ol kadırganın kaptanı ne hatır tanır, ne de naz. Muhyiddin'i leventlerle birlikte yedirir, içirir, hususi kamaralara değil, sıradan bir koğuşa yollar. Garibim kâh patates soyar, kâh güverte yıkar, herkes gibi raspa sıyırır, kalafat yapar. Bu arada kendisi gibi çocukluktan yeni yeni kurtulan delikanlılarla boğuşur, omuzu genişlemeye, bileği güçlenmeye başlar. Bu gençlerin henüz bıyıklarında tarak durmaz ama ölümüne dövüşür, hayatı kavga ile geçen Sen Jan Şövalyelerini bile korkuturlar. İki koca yıl böyle geçer ve Muhyiddin anlatılamayacak dostluklar yaşar. Defalarca birbirlerinin canlarını kurtarır, lokmalarını paylaşırlar. Doğrusu levent olmaktan memnundur, dahasını da arzulamaz. Doğuştan ressam Ha, bu arada söylemeden geçmeyelim kahramanımızın eline kalem yakışır, her cenkten sonra defterini açar, yaşananları resimlemeye bakar. Adalar, yarımadalar, tekneler, toplar artık ne varsa... Dalgaların boyunu, rüzgârın yönünü dahi gösterir, hiç bir detayı atlamaz. Zaten o devrin haritaları çizgiden ziyade resimdir, hatta biraz da hayal. Haritacı efsanelere de yer verir acaib kayaları, garaib mahlukları da karalar. Hem siyaset ve iktisattan da bigane kalamaz, sefer nereye açılacak, vergi kimden alınacak, buralarda hangi kavimler yaşar, neye inanırlar? Zaten Osmanlı bu yüzden haritaya "suret-ül erd" (yerküre resmi) adını takar. Muhyiddin, önceleri kağıt ve parşömen kullanır ancak bunlar suya ve neme dayanmazlar. Saçını sakalını deryada ağartan bir levent "bak Muhyiddin" der, "bana sorarsan deri kullan. Zira deri ne rutubetten etkilenir, ne tuzdan. Kaldı ki saklaması kolaydır, dür kıvır bir şeycik olmaz." Evet bu deri işi mantıklıdır ama elinden tutan olsa... Şimdi garip tayfa deriyi nerden bula? Kaptan Baba İşte zorlu bir cenkten sonra yine herkes köşesine çekilir, dinlenip soluklanırlar. Arkadaşları yaralarını sararken Muhyiddin defterini çıkarır, dost birlikleri, düşman gemilerini filan karalar. Bir ara kapı gıcırtıyla aralanır ve yanı başında bir gölge uzar. Ensesine dikilip resmini seyreden şahsın Kemal Reis olduğunu nedeeen sonra anlar. Derhal ayağa fırlar, üstünü başını toplar. Ortada bir suç da yoktur ama emmisi mânâlı mânâlı başını sallar. Onu bir el hareketiyle peşine takar. Birlikte baş kalyona gider, kaptan köşküne çıkarlar. O gün geçmek bilmez, bırakın dakikaları, saniyeler akmaz. Nitekim delikanlı bütün cesaretini toplar ve "amca" diye fısıldar. -Burda amca, dayı yok, bana herkes gibi hitap et, ayrıcalık çıkarma! -Pe... peki Kaptan Baba... -Evet? -Diyorum ki müsaade etseniz de gitsem. -Hayır, bundan sonra benimle kalıyorsun, burada! Eğitim şart! Muhyiddin nasıl yıkılır anlatılamaz, arkadaşları gülüş çığırış birbirlerine takılırken, omuz omuza karavana kaşıklarken, seren direklerine tırmanırken, halatlara yapışıp kuş gibi uçuşurlarken o burada... Haritalar, pusulalar arasında... Kemal Reis yeğenini yanından ayırmaz, ara sıra dümen başına geçirip takibe başlar. Hem, istişare toplantılarına Muhyiddin'i de sokar ve sırası geldiğinde "konuş" gibilerinden yüzüne bakar. İki hafta, üç hafta, belki bir ay... Nihayet bir gün elini, yeğeninin omzuna koyar ve "sıkıldın mı?" diye sorar. -Sıkıldım. Yalanı yok ya. -Bak Muhyiddin bu milletin levente değil kaptana ihtiyacı var. Bugün baskın yeyip dağılsak, yarın bin yiğit bulmakta zorlanmam. Ama kaptanlarıma bir hal olursa filo çöker, yerlerini dolduramam. -Beni kaptan yapmayı mı düşünüyorsunuz yoksa? -Doğrusu başlangıçta tereddütlerim vardı, artık acabam kalmadı. Eline gönye pergel yakışıyor, harita okumasını çabucak kaptın. Ancak daha öğrenecek çok şeyin var, denizin rengini, rüzgarın dilini okumalısın. Gel bana çırak ol, (eliyle sarığına dokunur) bu tecrübe zayi olmasın. Deryanın piri -Halbuki ben leventlerle birlikte kalmayı düşmana yalınkılıç dalmayı arzulardım. -Kavganın içinde olan kaç kafir kırar? -Belli mi olur, bir iki... Çok olsun da altı yedi... -Ama kaptan tek manevra ile zafer kazanır. Aksi de muhtemel tabii, yaptığı hataların bedelini yüzlerce civan öder, pişmanlık kemend olur gırtlağını sıkar. -Ben vebalden korkarım. -Kim korkmaz. Lakin o mertebeye varmadıkça istesen de emir yetkisi alamazsın. Ama senden iyisi yoksa bir yere de kaçamazsın! İşi ehline verir mesuliyeti omzuna yıkarım. -Büyük iş. -Farkındayım ve sen de küçük değilsin! Askerin halinden anlaman için onlarla düşüp kalkman lazımdı, bunu yaptın. Artık donanmanın piri olmalısın, topun, barutun yelkenin piri... Pusulanın, haritanın piri... -Piri mi? -Evet Piri... Şimdi seni Becaye kentine yollayacağım, üç beş yıl medrese tahsili almalısın. -Üç beş yıl ha. -Ya ne sandın? Seyyid Muhammed Tuvattî büyük bir âlimdir, onun huzurunda kalbini ve kulağını iyi aç. Hem manevi makamlara yürümeye çalış, hem de tarih coğrafya ve matematikte zirve olmaya bak...