İznik uzun süre direndikten sonra teslim olur, doğrusu halk yağmaya, esarete, kırbaca dünden razıdır, yeter ki canlarına dokunmasınlar. Orhan Bey, bir zamanlar Kılıç Arslan'a başkent olan muhteşem şehre tekbirlerle girer, şükür secdesi yapar. "Muzaffere affetmek yaraşır" sözünden hareketle halkı hoş tutar. Ahaliyi bir meydan da toplayıp yüksekçe bir taş üstüne çıkar ve "iyi düşünün" der, "malını mülkünü toplayıp gitmek isteyen varsa ilişmem ama bizimle kalmak isteyenler de pişman olmazlar. Ne dininize karışırız, ne dilinizle uğraşırız. Şu sancağın altında size kimse baskı yapamaz!" İznikliler Türkler'in müsamahasından çok etkilenir ve çok memnun kalırlar. İşlerine güçlerine bakar, eskisinden fazla kazanır, gönüllerince harcarlar. Savaş meydanlarında tutulmaz olan Türk akıncıları sanıldığı gibi çatık kaşlı değil, edepli ve mahcupturlar. Kafalarını kaldırıp da namahreme bakmazlar. Hatta bir gün kocaları savaşta ölen kadınlar, padişaha haber yollar, "bizi askerlerinle evlendirsen ya" diye talepte bulunurlar. Orhan Gazi erlerine döner, "karar sizin" der, "eğer içinizde ev bark kurmayı düşünenler varsa, işte fırsat. Hem bizim de İznik için muhafızlara ihtiyacımız var." Nereden nereye Ortalıkta öyle sıcak bir hava eser ki Osmanlıya direndikleri için dizlerini döver, "ne olurdu bunlar eskiden beri bize bey olalardı" diye mırıldanırlar. Daha evvel anlatmıştık, İznik, Hıristiyanlığı aslından safiyetinden uzaklaştıran iki konsile ev sahipliği yapar, adamlar vahdaniyetten sapmakla kalmaz, bundan böyle ikonalar putlara tapınır, Allahü teâlâya "aşikare" şirk koşarlar. Ancak aynı İznik Anadolu Selçukluların ilk başkenti ve Kayı boyunun attan indiği yerdir, Osmanlılar 6 asır yaşayacak devletin tohumlarını burada atar, kalıcı müesseler kurarlar. Orhan Gazi bu şirin şehri çok sever, canlandırmak için çareler düşünmeye başlar. Nilüfer Hatun hayırda başı çeker, nesi var nesi yoksa bağışlar, muhteşem bir imaret açar. Koca Sultan bizzat kazan başına geçer, kepçe elde aş, helva dağıtır, fukarayı "menşeine ve meşrebine bakmadan" buyur eder, sultanlar gibi ağırlar. Osmanlılar yıkıcı ve reddedici değil, kucaklayıcıdırlar. Güzeli, doğruyu (Rumdan gelse bile) alır, ama üzerine de bir şeyler katarlar. Mesela İznikli keramik ustalarına saygılı davranır, el üstünde tutarlar. Adamlar, terleri kurumadan haklarını alınca bir hoş olurlar. İçlerinden bazıları İslâmı seçer ve işin inceliklerini çocuklarımıza fısıldar. İşte efsanevi İznik çinileri bu engin tecrübenin üstüne bina edildiği için rakip tanımaz. Çağın önünde Hatırlarsanız 70'li yıllarda Güney Koreliler askerlerini özel sektörün emrine sunar. Hal böyle olunca Koreli firmalar rakiplerinin yanaşamayacakları teklifler verir ve Libya çöllerinde büyük ihaleler alırlar. Askerin zaten söyleyeceği bir şey yoktur. Bir yıl, iki yıl (artık vazifesi ne kadarsa) emre uymak zorundadırlar. Hem bir ülke görür, bir lisan öğrenir, hem de inşaatçılığı kapar, yörenin dengelerini kavrarlar. Yeni ihalelerde de elbette hasımlarına fark atarlar. Nasıl akıllıca bir yol değil mi? Orhan Gazi bunu 7 asır önce yapar, askere ya sanat öğretir, ya da tarım ve hayvancılıkta kullanmaya bakar. Kendisine toprak verilen beyler, adamlarıyla eker, biçer, zaman zaman güreşir, boğuşur, cirit oynar daima talimli olurlar. Savaş koptu mu tımar sahibi adamlarını ardına takar, sultanın ardından saf tutar. Orhan Gazi bir yandan devşirmeleri kazanıp Yeniçeri ocağını kurarken diğer yandan Türk gençlerini teşkilatlandırır. Onları manga ve bölüklere ayırır, on kişiyi onbaşının, yüz kişiyi yüzbaşının emrine koyar. O devirde bin atlı büyük bir güçtür, bunlar nice cenk görmüş savaş kurtlarının emrinde dev gibi orduları dağıtırlar. Elbette "profesyonel ordu" gibi bir terim telaffuz edilmez ama Mehmetçiklerin avuçlarına 2 akçe yevmiye (iyi para) sıkıştırırlar. Anlaşılan o ki Sultan ve kurmayları Anadolu Selçuklularla, İlhanlıları çok iyi etüd etmiş olmalıdırlar. Bak evlad! Orhan Gâzi, öleceğini hissedince oğlunu (Murad Han) yanına çağırır ve "Bak evlad" der, "saltanatına mağrûr olma. Dünyâ değil bizim Süleyman'a (vefat eden Veliahd), Hazret-i Süleymân'a bile kalmadı, kalmaz da. Saltanat gelir geçer, sen bu gücü Allah yolunda harca! Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şefâatine mahzar olmaya çalış! Geçici nimetler için ebedî saâdetini tehlikeye atma! Bak Oğul! Hıristiyanlar rahat durmayacaklar, bu yüzden ilk vuran sen ol! Rumeli fethini tamamla, Kostantiniye'yi fethe hazırla! Sakın ola ki Türk beyleriyle takışma! Nasıl olsa zamanı gelince olmuş meyve gibi önüne düşecekler, kalplerini kırma! Anadolu'da gâile çıkmazsa Rumeli'de rahatlarsın. Biz Selçuklunun olduğu kadar Roma'nın da vârisiyiz bunu unutma! Cennetmekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç'te bir beylik kurdu. Biz Allah'ın izni keremiyle beyliği hanlığa çevirip sultanlığı ikmal ettik. Sen daha da büyüğünü yapacak, üç kıtada at koşturacaksın. İ'lâ-yı kelimetullah azmi cihana sığmaz, sınır tanıma! Oğul, Kur'ân-ı kerîm'in hükmünden ayrılma! Gâzileri gözet, fakirleri kolla! Hüküm isâbetli dahi olsa, geciken adâlet zulümdür. Zâlimleri cezâlandırmaktan korkma! Dîne hizmet edenlerin hizmetçisi ol! Biz yolun sonuna geldik, sen başındasın, Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübârek kıla!"