Allende'nin kâbusu Augusto Pinochet

A -
A +

Yeryüzünde seçimle iktidara gelen yegane Marksist Allende'dir. Mesleği tabiplik olunca icraata sağlıktan başlar. Emzikli kadınlara süt dağıtır, hekimli hemşireli bir tren hazırlayıp, taşraya salar. Bir tren koca ülkeye yeter mi? Yetmez ama propagandayla göz boyar. Bu arada toprak reformuna da hız katar, asgari ücrete zam yapar. Ardından bankaları ve madenleri devletleştirmeye kalkar. Şili bakır endüstrisinin % 49'unu elinde tutan ABD'li Anaconda'yı kovup yılanın kuyruğuna basar. Beynelmilel firmaların tuzu kurudur, bir anda fiyat kırar, Şilili madencileri boğarlar. Devletleştirmek, millileştirmek! Bu sözler kulağa hoş gelse de başlarına en püsküllüsünden dert açar. Müslümanlar ve Yahudiler hakkında aşağılayıcı yazılar yazan, Endülüs'ü kana boyayan şövalyelere methiye yağdıran Allende dış politikada fena çuvallar. Dost sandığı Küba ve Çin'e 10 gram bakır satamaz. Kamyon şoförleri perişan olur, teknik personel işi bırakmaya başlar. Al birini Bu arada yüksek mahkemeyle didişip durur, iptal davaları yüzünden adım atamaz. Zemin zaten kaygandır, burjuvalar paniğe kapılırlar. Irgatlar emrinde çalıştıkları toprak sahiplerini bunaltır, kanalları bozar, mahsulü yakarlar. Kızıllar devrimin "ancak silahla" gelebileceğine inanır, elektrik ve gaz şebekelerini sebote eder, zengin semtlerindeki su depolarına zehir atarlar. Hakim zümre çekip gitmez, lâkin paralar yurt dışına akar. Orta direk dahi malını mülkünü kaybetme endişesi yaşar, sürü sahipleri "el konulmasın" diye hayvanlarını sınır ötesine kaçırırlar. Et sıkıntısı, süt sıkıntısı derken koca tarım ülkesinde ürün bulunmaz. Karaborsa patlar, fırsatçılar milyoner olurlar. Öyle ki bir kile buğday, bir şişe yağ servet tutar. Mutfaklar boşalınca kadınlar boş tencerelerini kaptıkları gibi sokağa çıkar, görülmemiş gulgule koparırlar. Allende en iyi bildiği işi bile yüzüne gözüne bulaştırır, sağlık reformu yaparken meslektaşlarını yok sayar. Hekimler öyle üç beş escudalık maaşa "he" demez, işi bırakırlar. Salgın hastalıklar, anne ve çocuk kayıpları tavan yapar. 1973 seçimlerinde halk ona bir şans daha tanır, hatta milletvekili sayısı artar. Bizimki bir yandan subay maaşlarını artırıp, madalya dağıtır, bir yandan işçileri silahlandırır. Ordu hepsinin farkındadır, atılan hamasi nutukları yutmaz. Allende'nin derdi işçi sınıfının haklar kazanması değildir, aksine sürünmelidirler ki sınıf mücadelesi güç kazana. Zira burjuva devlet ne kadar demokratik olursa olsun mülkiyet bekçiliği yapar. Ama onlar mülkiyet diye bir mefhum tanımazlar. Düşünün sistemin başındaki isim sisteme düşman. Devlete, tarihe, orduya ve orak çekiçli olmayan bayrağa düşman... Hal böyle olunca militanlar askere namlu doğrultur, sağ siyasetçilere ve generallere kurşun sıkarlar. Eski bakanlardan Edmundo Perez'i öldürür, Ordu Komutanı General Rene Schneider'i (meydan okur gibi) Savunma Bakanlığının önünde tararlar. Genç subaylar, homurdanmaya başlar. Karıları gider Genelkurmay Başkanının kapısında teneke çalar. Bir komutan bu hakarete dayanamaz, General Pratts ossaat istifasını basar. Ve Allende hayatının hatasını yapar, orduyu General Augusto Pinochet'in emrine sunar... İhtimal Pinochet de solcudur (en azından öyle görünüyordur) ama Amerikalıların tekliflerine kulak tıkamaz. Allende ile bir araya gelir, kargaşaya çare ararlar. Sonraki toplantılarda restleşir, kanlı bıçaklı olurlar. Marksist militanlar alelacele hükümet binalarını, fabrikaları işgal eder, akılları sıra muhtemel bir ihtilale karşı tedbir alırlar. Halbuki bir tanklı her zaman tüfekliye baskın çıkar, gemisi tayyaresi olan olmayanı havada karada pataklar. Marksistler bu işgallerle darbeye çanak tutar, nitekim 11 Eylül sabahı askerler La Moneda Sarayını kuşatırlar. Saat 8.15'te Amiral Carvajal telefon açar, "teslim ol" der, "kan dökülmesin, aileni alıp dilediğin ülkeye gidebilirsin." Allende'nin basireti mi bağlanır, erkekliği mi tutar bilmiyoruz, belki de masonluğuna güvenip diklenmeye kalkar. Ancak tayyareler sarayın üstünden uçuşmaya başlayınca uyanır, iş işten geçtikten sonra çiçek uzatmaya kalkar. Sondan bir evvelki radyo konuşmasında "inanıyorum ki millet iradesiyle kurulan hükümeti korumak için yemin eden vatan askerleri onurlarına yaraşır biçimde davranacaklar. Ordunun mesuliyet şuuru içinde hareket edeceğinden eminim" der, manevra yapar. Lâkin bombalar yağmaya başlayınca Fidel Kastro'nun hediye ettiği tüfekle askerlere kurşun sıkar, son beyanatında "fedakârlığım boşuna değil" der, "satılmışlığa, korkaklığa ve ihanete karşı bir ahlak dersi olacak!" Ahlak dersi... Ne büyük laf! Eğer özlediği devrimi gerçekleştirebilseydi sağcıları tutuklayacak, duvar diplerine sıralayıp kurşuna dizecekti. Unutmayın ki o, azılı bir Stalinciydi... İsterseniz bundan sonrasını özet geçelim. Darbeden sonra Şili, hepten ABD güdümüne girer, partiler kapatılır, anayasa askıya alınır. Marksistler izlenir, fişlenir "buharlaşması gerekenler" helikopterlere bindirilip okyanusa atılır. Yalnız şurası da hakikat ki enflasyon kontrol altına alınır, işsizlik azalır, gaz bez tuz sıkıntısı yaşanmaz. Pinochet 1978'de sandığa gider ve oyların % 75'ini toparlar. Yeni anayasanın maddeleri arasına (1980) kendi devlet başkanlığını da sıkıştırmayı (!) unutmaz. Vur ötekine Pino, Washington'dan emir aldığını saklamaz, Arjantin - İngiltere gerginliğinde resmen Britanyalıları tutar. Ülkesini Amerikan iktisatçılarına deneme tahtası olarak sunar. Özelleştirme hızlanır, ne yalan söyleyelim bazı sektörlerde de gelişmeyi yakalarlar. Efendim gizli banka hesapları, külçe altınlar... İyi de bir darbeci için bunlar şaşırtıcı değil ki! Sanki Allendeciler boş mu durur, onlar da giderayak Merkez Bankasını boşaltırlar. Siteleri tarıyorum da solcular Pinochet'nin hesabının çetin olacağını, cehennemde fokur fokur kaynayacağını yazıyorlar. Geçtiğimiz günlerde ölen diktatörün tek faydası bu oldu galiba. Marksistler Allah'ı, Kitabı, ahiret gününü hatırladılar!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.