Bayezid Han Niğbolu'ya yıldırım hızıyla ulaşır ve kaleyi kuşatan Haçlıları ustalıkla sarar, adamlar dar bir alana sıkışır, arkalarını nehre vermek zorunda kalırlar. Niğbolu kalesinin cefakar komutanı Gazi Doğan, burçlara çıkıp cengi seyre dalar. Osmanlılar Haçlıların karşısında çok cılız görünür, önde derviş ve azepler sağda ve solda sipahiler sıralanırlar. Ancak birdenbire kösler zemini sarsar, ses cihetinde sahraya hakim olurlar. Korkusuz Jan'ın atlı şövalyeleri, göbekten saldırır ve adım adım ilerlemeye başlarlar. Azepler vuruşa vuruşa çekilir, tepeye çıkarlar. Fransız atlıları coşkuyla yamacı tırmanır ve Yıldırım'ı tam karşılarında bulurlar. Bir anda ağaçlar arasından çıkan yeniçeriler çalakılıç şaşkınlara dalar. Bir ordu ne kadar güçlü de olsa ortada kalan kalabalıklar hiç bir işe yaramaz, Türkler Haçlıları kenardan kenardan kırar, zemini kana boyarlar. Doğan Bey bize iş kalmadı diye dövünürken Korkusuz Jan'ı farkeder ki, yakın adamlarıyla hilâlin açık ucundan sıyrılmış Tuna'daki Haçlı donanmasına doğru kaçmaktadırlar. Mücahidler kaleden tam zamanında çıkar ve Fransızları karşılarlar. Doğan Bey, Korkusuz Jan'ı gözüne kestirir ve atını yere yıkar. Jan derhal ayağa kalkar ama beyin talimli atı onu sahibine bırakmaz, ardından yetişip ayakları altına alır, adeta paspas yapar. Yemine iade Sigismund ihtiyat kuvvetlerini bile cenge sokup bir başarı sağlayamayınca bir Venedik teknesine biner, başının çaresine bakar. Macarlar öyle paniklerler ki tekneye asılan şövalyelerin parmaklarını baltayla doğrarlar. Yıldırım Bayezid net bir zafer kazanır, ancak onlar gibi alçaklaşmaz fidyesini ödeyenlere hürriyetlerini bağışlar. Bunlardan biri de Korkusuz Jan'dır. Efsane savaşçı Yıldırımın verdiği ziyafette ortaya çıkar ve yaptığı duygulu konuşmasını "bir daha sana kılıç çekmeyeceğime namusum ve şerefim üzerine and içiyorum" diye noktalar. Yıldırım gülümseyerek ayağa kalkar "yemin etme Jan" der, "git yine ordular topla, çık karşıma. Bana yeni zaferler kazandır, yine fidye için altın ara. Bak Jan, bizim maksadımız sadece Allahü tealanın dinini yaymak, Cenâb-ı Hakkın rızasını kazanmaktır. Bize asla rakip olamazsınız, batıldan kurtulamadıkça!.." İstanbul önünde Yıldırım'ın yıllar evvel Bizanslılarla anlaşma yaptığını anlatmıştık, ancak Bizans'ta yönetim değişti mi sözler rafa kalkar. Nitekim İmparator VII İonnes de ikili oynar. Türkler de gelir, İstanbul'u silbaştan kuşatırlar. Bizans askeri fena bunalır, halkın gözü hepten yılar, imparator teslim olmak üzeredir ki doğu karışır bu kez Timuroğullarıyla takışırlar. İsterseniz hadiseyi azıcık açalım: Timur'a isyan eden Melik Gürgin hapishaneden kaçıp Bayezid'e sığınır, ardından Bağdat hakimi Ahmed Celayir ile Karakoyunlu Kara Yusuf himaye arzular. Ah o beyler... Bakın şu işe ki Germiyan, Menteş, Aydınoğlu Beyleri ile Erzincan hakimi Taharten de Timur'a koşar, Bayezid hakkında ileri geri konuşurlar. Aslında Timur "İlhanlıların vârisi olarak" Anadolu üstünde hak iddia edebilir ama böyle bir basitliğe asla kalkışmaz. Hem çok değer verdiği âlimlerden Şemseddin el-Maligi "bir padişah ki çıkmış gaza yoluna / Ona göstereceğin düşmanlık boşuna" beytiyle başlayan şiiriyle yaraya merhem olur, Timur'u kardeş kavgasından uzak tutar. Gelgelelim Bayezid Han'ın mektupları zehir zemberektir. Kaldı ki Osmanlı elçilerinin, Timur'un huzurunda diklenecekleri tutar, üstlerine vazife gibi koca Kağan'a meydan okurlar. Doğrusu Bayezid yine Yıldırım gibidir ve Çubuk ovasında umulmadık anda biter, Timuroğullarını hazırlıksız yakalar. Emir Timur sabahlara kadar seccadesine kapanıp yalvarır, içine düştüğü durumdan çok korkar. Ancak Bayezid "adamlarının ısrarına rağmen" baskın vermeye tenezzül etmez ve cenk hayatının ilk hatasını yapar. Son hatası da emrindeki Aydın, Karaman, Menteş, Saruhan ve Germiyan askerlerine güvenmesi olur, bunlar beylerini karşı tarafta görünce saf değiştirir, sultanın elini kolunu kırarlar. Halbuki emrindeki Sırplar bile dönmez, cansiperane savaşırlar. Sonrası mâlum, Timur gibi bir savaş kurdu böylesi fırsatları kaçırmaz. Hakikat ortada Timur Han, Yıldırım'ı esir gibi değil, misafir gibi karşılar, aynı sedirde oturup hoşça sohbetler yaparlar. Bayezid'in oğullarını buldurur, babalarını ziyaret etmelerini sağlar, Sultanı saran keder bulutlarını dağıtmaya çabalar. Doğrusu Anadolu Beyleri ile Yıldırım arasındaki kalite farkı ortadadır. Bir an önce yörede sükuneti sağlayıp Bayezid'e tahtını iade etmenin yollarını arar. Hatta padişahın kızlarından birini torunu Ebubekir Mirza'ya alıp iki hanedan arasında bir akrabalık kurmayı planlar. Bütün bunları Yıldırım'a da anlatır, hem onu Semerkand'da ağırlamayı çok arzular. Ama koca Bayezid tanınmaz haldedir, Tarihçi Şerefeddin Yezdi'nin ifadesiyle geceleri zik-nefes (nefes darlığı) ve hunnak marazından (boğaz ağrısı) uyuyamaz, nitekim dar-ı fenadan, dar-ı bekaya göçer ki hekimler arasından isabet-i nüzul (felç) ve hummay-ı muhrika diyenler de çıkar. Timur, Bayezid'in vefatını duyunca yıkılır, Ankara savaşının pişmanlığı altında ezilmeye başlar. Erkekler ağlamaz derler ama inanmayın, koca hakan öz kardeşini kaybetmiş gibi ağlar... Osmanoğulları bu mağlubiyetin ardından zor günler yaşasalar da Çelebi Mehmed'in liderliğinde silbaştan derlenip toparlanırlar. Artık müesseseleşmenin ehemmiyetini kavrar, şahıslara bağlı kalmayan sistemler kurarlar. Zaman zaman yenildikleri de olur ama devlet yıkılmaz.