Babasının oğlu Kâ'b Bin Züheyr

A -
A +

Efendimizin dünyayı şereflendirdiği yıllarda Arabistan'da edebiyat doruktadır. O yıl yazılan en güzel yedi şiir Ukaz panayırında okunur ve Kabe-i muazzama duvarına asılır. Bu şiirlere muallakat-ı seba denir ki sahiplerine büyük paye kazandırır. Tabiri caizse Züheyr bin Ebû Sülma muallakat-ı sebaya abonedir. O sene yazdığı şiirde iki düşman kabilenin (Abs ve Zübyan) reislerini övmektedir. Bu sıradan bir methiye değildir, Şair Zuheyr yer yer hakimane bir üslup takınır ve şiirinin gücüyle yayılmakta olan kanlı kavgayı bitirir. Onunla birlikte şiirleri asılan şairler (mesela İmr-ül Kays) erdem, ahlak vaaz etmeye çalışmaz, kadın, şarap, intikam gibi konulara girer çıkar. Kimseye kural koymadığı için alkışlayanı çok olur, şöhreti kolay yakalar. Halbuki Zuheyr zulümden haksızlıktan hoşlanmaz, ilahi adalete inanır, "insanları kandırabilirsiniz ama hiçbir kötülük Allah'tan saklanamaz" hakikatine vurgu yapar. Zuheyr sadece şair değil, alimdir. Fahr-i âlem tebliğe başlamadan yıllar önce ahir zaman peygamberinin geleceğini bilir ve yer yer vahdaniyetten bahs açar. Şayet bana sövmeyeceklerini bilsem Öldükten sonra seni beni dirilten Toz olmuş kemiklere can veren Bir Allah'a imanımı açıklardım hemen... Hakikat Görüyorsunuz ya Cahiliyye devri şairi için inandığı gibi yazmak kolay değildir, işte bu yüzden çocuklarını camiadan uzak tutmaya bakar. Süslü batılla oyalanmalarındansa yalın hakikate kavuşmalarını arzular. Gelgelelim sadece kendisi değil, kardeşleri, babası, hanımı, hanımının babası ve kayınları da edebiyatla uğraşırlar ki aileden 11 ünlü şair çıkar. Hal böyle olunca oğulları Ka'b ve Büceyr'i şiirden koparamaz. Hele Kâ'b'ın üslubu sivri, dili keskincedir, onun birilerini hicvetmesinden, yok yere hasım kazanmasından endişe duyar. Lâkin delikanlı babasına aldırmaz, şairlerin ardı sıra dolanır, kendince birşeyler karalar. Bu arada Zuheyr içten içe oğlunun kıratını merak etmeye başlar. Bir gün onu atının terkisine atar ve çakır çukur bir arazide var gücüyle sürmeye başlar. O anda aklına geliveren bir kaç düzensiz cümle söyler, bunları kalıba sokmasını ister. Kâ'b dikkatini dengesine verdiği halde veciz beyitler dizmekte zorlanmaz. Züheyr bile "pes" der. Görünen o ki bu çocuk müstesna bir kaabiliyettir ve şiiri asla bırakmaz. Ona mani olamayacağına göre işi akışına bırakmalıdır. Artık ne çocuğunu üzer, ne de kendini yorar. O günlerde muallakat-ı seba şairlerinden Nabiğa, Zuheyr'i ziyaret eder ve bir süredir takılıp kaldığı bir mısra hakkında akıl sorar. İki ünlü şair kara kara düşünürlerken, Kâ'b şiiri şekle sokar ve okumaya başlar. Zuheyr "Kabe'nin rabbine yemin olsun ki seninle övünüyorum" der ve bir bakıma önünü açar. Vasıyyet Zuheyr ölüm döşeğinde oğulları Kâ'b, Büceyr ve kız kardeşi Hansa'yı başına toplar. "Rüyamda gökten bir ip uzatıldı" der "ona yapışmak için çok uğraştım ama tutamadım. Bu ip geleceği müjdelenen ahir zaman Peygamberini işaret ediyor, benim ona yetişemeyeceğim açık. Şayet siz o güne ulaşırsanız Şanlı Resule sahabe olun, yanından ayrılmayın!" Ebrak-ul Azzâf Aradan yıllar geçer ve Server-i kâinat tebliğe başlar. Ancak müşrikler inanılmaz bir baskı kurar, müminleri bunaltırlar. Cemiyete meşale olması beklenen şairler Dar-ud Nedve'den ziftlenir, küfür düzenine yaranmaya bakarlar. Onlara göre Abdullah'ın yetimi (Sallallahü aleyhi ve selem) okuma yazma dahi bilmez, edebiyat vadisinde yeri olamaz. Ayet-i kerimeler karşısında aciz kaldıkça öfkeleri depreşir, inatları artar. Mekke yılları çileli geçer, lâkin inananlar Medine'ye yerleşir, devletleşirler. Bedr, Uhud ve Hendek derken Hayber'i de alır yayılmaya başlarlar. O sıralar Züheyr'in oğulları Gatafanlılar arasında bulunmaktadırlar. Bu kabile Hayber Yahudilerine yardım ve yataklık eder, Medine ile köprüleri atar. Kab ve Büceyr o güne kadar kavgaya karışmamış, işlerine bakmışlardır. Lakin bu kez tarafsız kalamazlar, artık yerlerini belirlemek zorundadırlar. Abi kardeş en doğrusunu yapar, atlarına atlar, Medine'ye doğru yola çıkarlar. Hava sıcak yol meşakkatlıdır, Ebrak-ul Azzâf'da mola verir, toparlanmaya çalışırlar. Büceyr ağabeyini yormak istemez, "sen istirahatine bak" der, "ben Medine'ye gidip geleyim, oturup bir karar verelim " Büceyr, Resul-i ekremin imparatorluk kurduğunu sanmaktadır. Halbuki ne uşak, ne asker, ne randevu, ne de merasim vardır. Efendimizle rahat görüşür onun bir melik olmadığını, dünyayı arzulamadığını anlar. Hulusi kalp ile kelime-i şehadet getirip Eshab-ı suffaya katılır, her anını değerlendirmeye bakar. Bu arada ağabeyine "Resulullah hakikati söylüyor, müminler kardeşlik destanı yazıyorlar. Hele Münevver Medine'yi nasıl anlatsam. Ben Müslüman oldum, hiç bekleme sen de gel" diyen bir mektup yollar. Mektuba kızınca Kâ'b kardeşinin kendisine danışmadan Müslüman olmasına ve sormaya bile gerek duymadan Medine'de kalmasına çok kızar. Müşrikler bu nazik anı değerlendirip onu kuşatırlar. Kâ'b o öfkeyle kardeşine bir mektup döşenir, verir veriştirir. Maksat Büceyr'i azarlamaktır ama söz fren tutmaz, müminleri de kırar. Şairlerin müessir oldukları bir devirdir, bazen menfi bir beyit bin süvariden fazla hasar yapar, nitekim Kâ'b için de "susturulsun" emri çıkar. Büceyr ağabeyine bir mektup daha yazıp gözünü açar: "Resûlullahı hicvedip üzen müşrikler cezalarını buldular. İbni Zibâra ve Hubeyre bin Ebî Vehb ise alıp başlarını kaçtılar. Sakın adın firariye çıkmasın, müminler seni mutlaka bulurlar. Bilirim af dilemekten çekinmezsin, beni dinlersen derhal Efendimizin yanına gel, ellerine kapan!" Zuheyr'in kızkardeşi Şaire Hansa olgun bir kadındır, hadiselere sükunetle bakar. Ağabeyinin yıllar evvel gördüğü rüyayı hatırlar, tutamadığı ipi tutar... Halası da iman edince Kâb oturur, bir muhasebe yapar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.