Bardan saraya... Eva Peron

A -
A +

Vakti zamanı evvelinde Arjantin bir İnka ülkesidir ama solukbenizliler yerlileri öldürür köklerini kazırlar. Ancak kanla kurulan devlet huzura hasret yaşar. Otuzlu, kırklı yıllarda darbeler darbeleri kovalar, sabah erken kalkan ihtilal yapar. Arjantin 2. Cihan harbine karışmaz. Kapılarını zengin Yahudilere, kara para aklayan Cony'lere açar. Alman, İtalyan, Fransız, İspanyol sermayesi ülkeye akar. Halk har vurup harman savurur, üretmeden tüketir, iki günde bir fiesta yapar. Yer, içer, eğlenir ve gün gelir IMF'ye köle olurlar. Bu kısa peşrevden sonra mevzuya girebiliriz: Efendim, Eva Duarte 1919 yılında Los Toldos'ta doğar. O yıllarda böylesi taşra kentlerindekiler yağlarıyla kavrulurlar. Duarte ailesi 5 çocukla da yevmiyeyi doğrultur, çorba öyle de böyle de kaynar. Eva'nın duru bir sesi vardır, okul müsamerelerinde sahneye çıkmasın, salon alkıştan çınlar. Arkadaşları ona "ay kız sen yıldız ol" der, aklını fikrini bozarlar. Babası hayattayken böyle bir şey mümkün değildir, ancak adamcağız ölünce abileri ablaları dağılır, herkes başının çaresine bakar. Eva, ya yaşlı annesiyle oturup elişi yapacaktır, ya da... Sesle gelen ikbal Evet onu "ikinci şık" sarar. Henüz 14'ündedir ama diğer az gelişmiş ülkelerin çok bilmiş kızları gibi şöhret peşinde koşar. Ani bir kararla evden kaçar, şansını Buenos Aires'te denemeye kalkar. Eğer o çok güvendiği sesini kullanabilirse adını neonlarla yazdıracağı günler yakındır. Gelgelelim bu ülkede herkes piyano tıngırdatır, dilenciler bile gitar çalar. Eva gibilerinden mebzul miktarda bulunur, onu ciddiye almazlar. Hanım kızımıza sadece bar artistliği kalır ama sarhoş eğlendirmekten tez bıkar. Eva'nın sesi yine de işine yarar, şarkıcı olamasa da radyo oyunlarında yer almaya başlar. İşini severek yapar, ünlü kadınların hayat hikayelerini seslendirir ve milletin kulağında yer tutar. İşte Çariçe Katarina'yı oynadığı günlerde, bu ses tonuyla kalabalıklara hükmedebileceğini hisseder ve siyasete merak salar. Eva descamisadorlar (gömleksizler) arasında bir yer bulur ve hızla yükselmeye başlar. Albay Juan Peron, Eva'yla tanıştığı günü "onu görünce dilim tutuldu" diye anlatır, "sesinin gücü ve bakışlarındaki kararlılık beni müthiş etkilemişti. Eva'yla işbirliği yapmalıydım. Zaten politik hareketimin kadın liderini yetiştirmek zorundaydım." Eva ve Juan aynı kulvarda koşturmakla kalmaz, aynı odayı, aynı masayı derken aynı yatağı paylaşırlar. Güney Amerika ülkelerinde kah aşırı sağ, kah aşırı sol güçlenir, ordu sık sık müdahale yapar. Askerler daima müessirdirler, hangi taşı kaldırsan altından "derin güçler" çıkar. Nitekim yönetime bir kez daha el koyar ve Albay Juan Domingo Peron'u, Çalışma Bakanlığına oturturlar. Ancak o sıradışı bir subaydır, işçilerle sendikalarla omuz omuza verir ve "emekçi babası" olarak ün yapar. İşte Eva (efsane ismiyle Evita) tam yerini bulur, sesini fevkalade ustalıkla kullanarak çulsuzların gönlünde taht kurar. İşçiler ve işsizler için devlet kesesinden ağalık yapan Peron, 1944 darbesinin ardından ordudan atılır ve tutuklanır. Ancak Evita ve sendikacı arkadaşları işçileri yanlarına alır, grevler yaparak hayatı durdururlar. Peronistler cacerolazo (boş tencerelere vurarak protesto) yapar ve "nuncamas!" (bu son olsun) diye haykırırlar. İş çığırından çıkar ve cuntacılar Juan Domingo'yu salmak zorunda kalırlar. Viva Viva Evita! Subaylar Evita'ya manita gözüyle baksalar da, Juan'ın ordu için "kara bir leke" olduğunu mırıldansalar da, bu ikili halkın gözünde destanlaşmaya başlar. Albayımız "beni bir artistle yaşadığım için ayıplıyorlar. Ne yapmamı istiyorlar? Bir aktörle mi yaşasaydım yani?" diye savunma yapar. Birileri Eva'nın "sanatkâr" değil "fahişe" olduğunu söyleseler de dedikodulara aldırmazlar. Amerikan medyası seçim arefesi Peron'u insafsızca karalar. Life dergisi Eva'yı Nazi komutanı Görging'in artist karısıyla kıyaslar. Baskılar artınca Juan ve Eva düğünlerini yapar, hasımlarına söyleyecek söz bırakmazlar. Evita, Casa Rosara'nın (Pembe Evin) ak trabzanlı balkonundan ateşli nutuklar atarak (bilirsiniz bu bir güney Amerika klasiğidir) işçi ve köylüleri havalara sokar. Evet o da "Şunu edeceğiz... Bunu yapacağız... Bayrağı daha yukarılara taşıyacağız" gibi incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler söyler ama kalabalık meydanlara sığmaz. Bu çatık kaşlı kız yumruğunu nerede kaldıracağını, sesini nasıl titreteceğini iyi bilir ve rakiplerine fark atar. Evita bizzat yönettiği gazete ve radyolarla milyonları peşine takar. İşte bu hızla 1946 seçimlerini siler süpürür, iktidara otururlar. Evet Peron bir halk adamıdır ama Evita halkın "ta kendisi" olmaya bakar. "Anne olmayı düşünmüyor musunuz" diye soranlara "Ben işçilerin, ırgatların anası değil miyim" der ve büyük puan toplar. Peronlar, işçilere haklar sağlasalar da konuşma ve yazma hürriyetini sınırlar, dini tedrisatı yasaklar ve ülkeyi borca sokarlar. Evita'nın kurduğu Sosyal Yardım Vakfı elbette ayrıcalıklı bir müessesedir, ona teberruda bulunmayan iş adamları çıra gibi yanar. Eh bu vakfın gelirlerini incelemek kimsenin harcı değildir, savcıların bile boyunu aşar. Kenarından köşesinden pis kokular yükselse de yutkunmak zorunda kalırlar. Zira gömleksizler çılgınlar gibi "Evita nerede, biz oradayız" diye bağırdıkları sürece onlara kimse dokunamaz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.