Enver Paşa (gençliğinden olacak) tez canlıdır, "İngilizleri niye hâlâ denize dökemediniz" dedikçe Liman Paşa saldırı düzenler, ağzı süt kokan çocukların eline çakaralmazları tutuşturur, Mitralyözlerin üstüne yollar. Hele 18'i, 19 Mayıs'a bağlayan gece yapılan taarruz milletin yüreğini dağlar. Zira bunlar liselerden toplanmış tecrübesiz talebelerdir, bırakın hedef küçültmeyi tüfeklerini bile kullanamazlar. Hayatlarında ilk defa süngü takacak, ilk defa siperlere atılacaklardır. O akşam subayları onlara temiz çamaşırlar giydirir, şehadete hazırlarlar. Belli ki olacakların farkındadırlar. Çocuklarımız heyecanlıdır, hücuma dakikalar kala mırıl mırıl konuşurlar. Eh bu kıpırtılar da düşmanın dikkatinden kaçmaz. Britanyalı Yazar Alan Moreheod'un anlattıklarına bakılırsa Türkler Anzak Köprübaşını yok etme emrini almış olmalıdırlar. Deniz uçakları hatların gerisindeki hareketliliği bir gün evvelden rapor eder, siperleri uyarırlar. Müttefikler saat 03.00'da silah başı yaparlar. Henüz 10 dakika geçmez ki hücum başlar. Güya gizli ama... Eski hücumlarda olduğu gibi ne bir borazan sesi duyulur, ne de ortalıkta "Allah Allah" nidaları çınlar. Sadece karanlıkta belli belirsiz gölgeler süzülür, ara sıra süngüler parlar. Gençlerimiz engebeli arazide nehir gibi akarlar, ancak Avustralyalılar vadinin iki yanından ateş açarlar. Yiğitlerimiz Anzak siperlerine kadar 2-3 yüz metrelik bir uzaklığı koşarak aşmak zorundadırlar. Böylece 1 veya 1.5 dakika "tamamen savunmasız" kalırlar. Ancak öyle bir mermi sağanağı ile karşılaşırlar ki adeta biçilir, üst üste yığılırlar. Esat Paşa çaresizdir, saat 5.30'da taarruzu durdurur. Lakin LVS yerine hemen 16'ncı Tümeni yollar. Gün ışıdığında İngilizler gördüklerine inanamazlar. Üç yüz metrelik bir alanda 9 bin şehid vardır ki 300 / 9000 hesabına göre her metrede 44 şehid yatar. Böylesi bir telefatı onların bile aklı almaz. ? Nato mermer LVS kuruntulu, geçimsiz, kibirli bir tiptir, laf dinlemez ki anlasa. Enver Bey Almanların başarısının Osmanlı hanesine yazılacağına inanır ama gün gelir o bile Liman Paşa'dan sıkılır, yerine Goltz Paşayı atar. Gelgelelim adam Berlin'den yüzlüdür, yerinden bile kıpırdamaz. Hepsi bir yana İngilizler sessiz sedasız çekilirken Almanlar resmen uyur, hepsini kırabilecek bir imkan varken büyük bir acemilik yaparlar. (Ki bazı noktalarda aramızdaki mesafe 20 adıma bile varmaz.) Müttefiklerin Çanakkale Cephesi Komutanı General Birdwood ordusunun üçte birini kaybetmeyi göze almıştır. Operasyonu hiç kayıpsız başarınca bir oynamadığı kalır. Kayzerin kurmayları boş mevzilere şaşkın şaşkın bakarlar. LVS utanmadan Enver Paşaya telgraf çeker, "Gelibolu Yarımadası düşmandan tamamen temizlenmiştir" diyerek "aferin" peşinde koşar. Olacak iş değil ya, ben de bir Müslüman-Hıristiyan savaşında Alman tarafına komutan olsam, Zeydlerin sıhhati selameti için Hansları kırdırmaktan kaçınmam. Hatalı kararlar da alırım ve hain diyenlere aldırmam. Liman Paşa mirasyedi gibi bol keseden Türk harcarken, Hamilton da aşağı kalmaz. O da Hintlilere, Surinamlılara, Anzaklara, Gurkalara acımaz. Lakin Britanyalıları gözü gibi sakınıp kollar. Ekonomi, strateji, bunlar tabii ki önemli şeyler ama öncelikle Almanla, İngilizler dindaştırlar. Nitekim peygamberler diyarı Filistin ve Kutlu Kudüs LVS'nin beceriksiz (belki de kasıtlı) yönetimi yüzünden elimizden çıkar. Sıra Kudüs'te İsterseniz burayı biraz açalım. 1917-1918 yıllarında Filistin Cephesi'nde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirilen L.V. Sanders, İngiliz generali Allenby karşısında bocalar. Eylül 1918'de Filistin Cephesi yarılır, askerlerimiz Halep'e zor sığınırlar. Adam babasının malı gibi Kudüs'ü İngilizlere terk eder, 8 asır evvel Aslan Yürekli Rişar ile Frederik Barbaroso'nun yapamadığını yapar. Hilal, Kudüs burçlarından indiği gün yan yana savaştığımız Almanlar içlerindekileri kusar, sevinçten şapka fırlatırlar. Mondros Mütarekesi'nden sonra İngilizler LVS'i bir süre Malta'da tutarlarsa da bilahare serbest bırakırlar. Paşamız Almanya'ya çekilip hatıralarını (Fünf Jahre in der Turkei-Türkiyede beş sene) yazar. Bizim millet bir acayiptir, aynı cephede bulunduk ya yeter, onu hâlâ dost sanır, adama toz kondurmazlar. Kimbilir belki de birileri kaleme sarılacak "Liman Paşa hakkında nasıl böyle yazarsınız" diye tafra yapacak. Adam kandırıyorlar Çanakkale Savaşlarından hikayecilere çok konu çıkar, yok efendim bizim uşaklardan biri yanık bir uzun hava çekmiş de İngilizler alkışlamışlar filan... Karşı mevziden sigara, çikolata atmışlar. Geçin bunları, herhalde 250 bin evladımız kafasına gofret düştüğü için şehid olmadı. Elbette ateş olmayan yerden duman çıkmaz ama başka ateşler başka dumanlar da vardır ve ne hikmetse onları sadece yabancılar yazar. Avustralya Resmi Tarihçisi C.E.W. Bean'ın 8 Ağustos 915 tarihindeki günlüğünden: "Sığınağımın karşısında etrafı tel örgülerle çevrili bir alan vardı ve içinde de 100 kadar Türk'le iki Alman esir tutuluyordu. Serseriler (Avustralyalı askerleri kastediyor), bir ara kerosen (akaryakıt) tenekesini alıp dikenli tellerin üstüne dökmeye başladılar. Sonra toprakta ince bir iz bırakarak geriye çekildiler ve zemini tutuşturdular. Alevler bir anda tellerin etrafını sardı. Esirler korkuyla geri çekildiler. Tıpkı çoban köpeğinin sürdüğü koyunlar gibi... Derken İngilizler de mütecavizlere katıldılar, arsız arsız gülüşmeye başladılar..."