Beykoz'un dertli muallimi Muhammed bin Recep

A -
A +

Paşabahçe'nin bahçe, Beykoz'un balıkçı köyü olduğu yıllar. Muhammed bin Receb, bu küçük ve sevimli beldede muallimlik yapar. Gün ağarırken mahalle mektebini açar. Siler, süpürür, havalandırır, odun kırar, ocaklarını yakar. Derken minikler üçerli beşerli gruplar halinde sökün ederler ve mektep şenlenmeye başlar. Kimi "be bi bü" diye haykırır, kimisi o gün yaptığı ezberi dinletmeye bakar. Kıdemliler tıfılları okutur, bir mânâda hocalık yaparlar. Koca mektebi bir başına çekip çevirmek kolay değildir ama Muhammed Efendi bu işten haz alır, hiç yorulmaz. Zaman zaman çocukları etrafına toplar, veliyullahın menkıbelerini anlatıp Allah dostlarının muhabbetini aşılar. Onlara "bakın çocuklar nasıl parayla imanın kimde olduğu belli olmazsa Allah'ın sevgili kulları da belli olmaz. Öyle veliler vardır ki mertebelerini kendileri de anlayamazlar. Bu yüzden her dedeyi Hazret-i Hızır, her geceyi leyle-i kadir bilin" der, Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin buğday satan bir ihtiyardan aldığı dua ile vardığı makamları anlatmaya bakar. Köprüdeki derviş Talebeler arasında muallim efendinin bir adaşı vardır ki kıssaları soluk almadan dinler ve bunları bir kenara yazar. Mübarek çocuk o günden sonra Ubeydullah-ı Ahrar hazretleriyle yatar Ubeydullahı Ahrar hazretleriyle kalkar. Anasından, babasından, bakkaldan, fırıncıdan dua almaya bakar. Mektep yolu üzerinde bir dere vardır ki onu tek kişinin geçebileceği eğreti bir köprü ile aşarlar. O sabah karşıdan ak cüppeli, ak sarıklı, pamuk sakallı bir ihtiyarın köprüye yaklaştığını görür, "siz buyurun" deyip kenarda durur, elini öpüp dualarını arzular. Meçhul zat gelir, elini Muhammedin omzuna koyar, saçlarını okşar. Bir an göz göze gelirler, aman ya Rabbi o nasıl teveccüh? Kalbi zikre başlar. Vücudunun her zerresi Allah'ın (celle celalühu) güzel ismini fısıldar, saç telleri bile halkaya katılırlar. Artık bambaşka iklimlere yelken açar. Maddeye bakar mânâyı görür, gönlü ilim ve edeble dolar. Çocukcağız bir garip hüzne düşer ve çok ağlar. Tilaveti bariz şekilde değişir, müjdelerle kanatlanıp uçar, azap ayetlerini ürpererek okumaya başlar. Hem eskisi gibi cıvıl cıvıl konuşmaz ama "bir" söyledi mi "pir" söyler, tek cümleye ciltlerle mana sığar. Talebesine talebe Tecrübeli muallim talebesindeki değişikliği gözden kaçırmaz, yüzündeki nuru, tavırlarındaki olgunluğu tez yakalar. O güne kadar halledemediği pek çok müşkülü ona sorar, net ve doyurucu cevaplar alır ve buna hiç şaşmaz. Zaten ne zamandır kendine ledün ilmine vakıf bir mürşid aramaktadır, tereddütsüz talebesine talebe olur, ondan feyz almaya başlar. Gelgelelim Muhammed'i tez kaybeder, minik dervişi (henüz on yaşındadır) Beykoz Anarlık Kabristanında toprağa bırakırlar. Muallim Efendi evladını kaybetse ancak bu kadar yanar. Ayrılık acısı içine oturunca nurlu çocuğun ne büyük bir nimet olduğunu daha iyi anlar. Talebesinin (hocasının mı yazsak acaba) hasretiyle kavrulunca hokkaya divite sarılır, koca bir divan yazar. Adını da Nefhat- tül Uşşak (Aşıkların firakı) koyar (1649). Nefhat- tül Uşşak'tan Duâ edip elin sürdü yüzüne, O an herkesin yaş doldu gözüne. Dedi ki: Mushaf'ı getirin bana! Yüzümü, gözümü süreyim ona. Davet ediyorlar, beni nimete, Getirin atımı, gidem Cennete. Daraldı canım, duramıyorum, Arzulanan yere varamıyorum. O an sicim gibi yağmur yağardı, Belki de gökler bulutlar ağlardı. Baktım güneş batmış gibi göründü, Sanki cihan matemlere büründü. Durmuyordu döşekte ve kucakta, Gözleri de hep yolda ve sokakta. Nefeslendikçe derdi: Amentü billah, Muhammed hak resul ve birdir Allah. O anda amcası tuttu elinden, "Ya Allah" sesini duyduk dilinden. Ve sağa bakıp gülümsedi bir an, Böylece Hakka teslim eyledi can. Dünyaya gelenler göçecek elbet, Ecel şerbetini içecek elbet. Muhabbet etmeseydi Rabbi-izzet, Onu masumken eder miydi davet? Hiç bulaştırmadan çirkef dünyaya, Gönderdi onu tertemiz ukbâya. Henüz değil iken daha mükellef, Evliyalıkla edildi müşerref. Bu kitap daha sonra da yayınlanır ancak 16 yüzyıl Türkçe'si ile yazılmış "edebi ve tasavvufi" bir metni sadeleştirmek kolay olmaz. Bu yüzden kalıp ve kafiyeyi değil, mânâyı öne alırlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.