İmâm-ı Rabbânî hazretleri son Berât gecelerinde çok ağlar, çok yalvarırlar. Hanımı "evet bu gece ecellerin ve amellerin takdir edildiğini biliyorum ama kendinizi çok yıprattınız" deyince "isminin, yaşayacaklar sahifesinden silindiğini gören başka nasıl olur" buyururlar. Büyük velî, elbiselerini medresedeki dervişlere dağıtır, kimsenin boynu bükük kalmasın diye ne hırka ne de cübbe bırakırlar. Kendilerine incecik bir çul kalır, o kadar. Çok üşür ve hasta olurlar. Alev alev yanmalarına rağmen cemâati terk etmez, nemazlarını mescidde kılar, zikri ve murâkabeyi eksiksiz yaparlar. Hiçbir edebi ihmal etmez, ibadette kılı kırk yararlar. Tam o günlerde Muiniddin-i Çeştî hazretlerinin talebeleri kabir örtüsünü değiştirir, eskisini getirip İmam-ı Rabbani hazretlerine sunarlar. Örtüyü hürmetle alır, yüzlerine gözlerine sürer, öper koklar başlarına koyarlar. "Hazret-i Hâce'ye bundan yakın libâs yoktur. Saklayın, bana kefen olsun" buyururlar. İmâm-ı Rabbânî hazretleri "vefat ederseniz n'aparız" diyen müridlerine "Allahü teâlâ sizden sevgilidir" buyurur, "kaldı ki şefkat ve himmetimiz vefât ettikten sonra artar. Zira bu dünyâda, insanlık îcâbı yardım ve teveccüh tam olmuyor. Ama ölenler beşerî sıfatlardan kurtuluyorlar." Yaşadıkları gibi Peygamberlerin çoğunun son sözü namaz olur. İmam-ı Rabbani hazretleri bu hususta da Server-i kâinata uyar. Efendimizin 63 yaşında dar-ı bekaya göçtüklerini biliyoruz, İmâm-ı Rabbânî hazretleri de o yaşa gelince ölüme hazırlanırlar. Zira Peygamber efendimize harfiyen uyanlar, (Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali) nurlu gözlerini 63 yaşında yumarlar. Büyük velînin nûrlu bedeni yıkama tahtasına konunca namazda imiş gibi ellerini bağlar. Düzeltir yanına uzatırlar ama daha arkalarını dönmeden eller kavuşur sağ elin parmakları sol bileğini sarar. Cenâze namazını, oğlu Hâce Muhammed Saîd kıldırır ve Serhend-i şerifteki istirahatgâhına bırakırlar (Hicri 1034). Afgan Hanı Şâh-i Zamân, kabri üzerine büyük ve sanatlı bir türbe yaptırır ki aradan geçen 4 asra rağmen müminler ziyaretine koşarlar. Buyurdular ki: Allahü teâlâ verâ ul verâdır. Verâ ul verâdır. Veràa ul verâdır. (Ötelerin ötesindedir, ötelerin ötesindedir, ötelerin ötesindedir). Ne ki "O" zan edersin, zannettiğin O'na perdedir. Her şey O değil ama her şey O'ndan... Dost sevdiğini kendinden başka şeylerden sıyrılmış görmek ister. Bu makamda huzur huzursuzluktadır, karar kararsızlıkta, rahat rahatsızlıkta... Nefsi ıstıraba bırakmak devanın ta kendisi... Devlet, ondan gelene razı olmakta. Önce Ehl-i sünnete uygun inan, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yap, sonra da tasavvuf yolunda ilerlemeye bak. Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edepsizler Hakk'a kavuşamazlar. Ehlin (ailenin) gönlü için günah işleyenler ahmaktırlar. Kâfirlere kıymet veren, Müslümanlığı aşağılar. Kelime-i tevhîd; putları bırakıp, Hak teâlâya ibâdet etmek demektir. Tesbih (sübhânallah) ise tövbeye anahtar... İlim, amel, ihlâs... Mübahları gelişigüzel kullanan, şüphelileri yapmağa başlar. Şüphelileri terk etmeyen haramdan sakınamaz. Büyükleri sevmek, saâdetin sermâyesidir. Muhabbete müdâhane (gevşeklik) sığmaz. Nefse, günahlardan kaçmak, ibâdet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevap. Sünnet ile bid'at birbirinin zıddıdır. Biri yapılınca öteki yok olur. Vakit çok kıymetlidir, kıymetli şeyler için kullanılmalıdırlar. Annenin yavrusundan kaçacağı gün için hazırlık yapmayana yazıklar olsun! Âyet-i kerîmede meâlen; "Vallâhu basîrun=Allah onların ne yaptıklarını görmektedir" buyuruldu. Günah işlerken aşağı bir kimsenin bile görmesinden sakınanlar, ya Hak teâlânın görmesine inanmıyor, ya da kıymet vermiyorlar. Velîlerin hiçbiri, Sahâbî mertebesine çıkamaz. Sahâbelerin hiçbiri peygamber mertebesine varamaz. Farzın yanında Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Onun Dört Halifesinin zamanında dinde bulunmayan, değişiklikler bid'at olunca, hangisine hasene (güzel) denilebilir? Bid'atlerin hepsi seyyiedir (çirkindir). Bu fakir bid'atlerin hiçbirinde güzellik ve parlaklık göremiyorum. Yalnız karanlık ve bulanıklık var. Zekât niyeti ile bir kuruş vermek, dağlar kadar altını tasadduk etmekten kat kat sevapdır. Bir farzı vaktinde eda, bin yıllık nâfile ibadetten faydalıdır. Farzı bırakıp, nâfilelerle oyalananlar boşuna vakit harcıyorlar. İnsanlar riyâzet deyince, açlık çekmeyi anladılar. Hâlbuki, "dînimizin emrettiği kadar yemek" bin yıl nâfile oruç tutmaktan daha hayırlıdır. Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir. Dünyâ hayâtı pek kısadır, aman ömrü iyi kullanın. Ölülere duâ ve istigfâr edin, onlar için sadaka verip imdâtlarına yetişin... Bir ara İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebeleriyle berâber yolculuğa çıkar, bir kervansarayda konaklarlar. "Birbirinize duyurun arkadaşlarınız; Bismillâhillezî lâ yedurru me'asmihî şey'ün fil-ardı velâ fissemâi ve hüvessemî'ul-alîm ve Eûzü bi-kelimâtillâhittâm-mâti min şerri mâ halak (hı'yla) duâlarını okusunlar. Allahü teâlânın inâyeti ile kendisi ve malı korunur" buyururlar. Bakın şu işe ki o gece handa müthiş bir yangın çıkar, duayı okuyanların malları telef olmaz.