Gertrude, İngiltere Durham County'de doğar. Babası Mr. Bell ünlü bir sanayicidir, paradan puldan yana derdi olmaz. Ancak üvey anne elinde büyüyünce çizgiyi tutturamaz, kimseye güven duymaz. Halbuki babası yediğini önüne, yemediğini ardına koyar. Ayağına kadar gelen lisan hocaları, binicilik dersleri, keman gıcırdatmalar, piyano tıkırdatmalar, uşaklar, mürebbiyeler filan... Londra'nın en güzide kolejinde okur ve babasının gücüyle Oxford'a demir atar. İngiliz geleneklerine göre bir kadınının bu koridorlarda dolanması "rezaletin daniskası"dır, içeri dişi sineği bile almazlar. Mrs. Bell de kütüphaneye sokulmaz ve ancak sırtını dönerek not tutar. Buna rağmen modern tarih bölümünü bitirir ve birincilik kürsüsüne çıkar. İşte bu başarısı yüzünden havalanır, erkeklere tepeden bakar. Aslında kızıl saçları, yeşil gözleri ve çilli yüzüyle sevimli sayılırsa da yanına yaklaşılmaz. Eli kanlı fettan! Gertrude'un Farisi hayranlığı ne zaman başlar bilmiyoruz ama 1892'de İran'da büyükelçi olan amcasının yanına gider ve bir müddet Tahran'da yaşar. Doğu insanıyla düşe kalka tavrı yumuşar, nitekim İngiliz diplomat Henry Cadogan'a âşık olur ama babası izdivacına karşı çıkar. O da hayata küser ve serüven kovalamaya başlar. Hindistan, Singapur, Şanghay, Tokyo derken, Pasifik'i geçer, Meksika sınırından girer Kanada'dan çıkar. İki dünya turundan sonra Alpler'e tırmanır ve yakalandığı fırtınada bir ipin ucunda 53 saat asılı kalarak rekor kırar. 1899'da Kudüs'e yerleşen Bell, kısa sürede Arapça öğrenir, bu dile ve bu dili konuşanlara muhabbet duyar. Öyle ki mırra yudumlayacak, nargile tokurdatacak kadar. Gün gelir Arap aşiretleri onu "Bint-i Sahra" ve "El Hatun" adıyla anmaya başlarlar. İşte bu noktada İngiliz Sömürgeler Nezaretinin emrine girer, saklana saklana değil göstere göstere casusluk yapar. Tehlikeyle yaşamanın tadı ayrıdır, macera arayan kızıl dilber bu zevki bol bol tadar. Sevimli cadı, erkekler için riskli olan mıntıkalarda elini kolunu sallayarak dolanır. Kervanlara katılır, vahalara takılır, çadırını çölün derinliklerine kurar. Doğrusu konuştuğu nefis Arapçayla bedevilerin güvenini kazanmakta zorlanmaz, habire fotoğraf çeker ve sürekli harita yapar. Zaman zaman notlarını çaldırdığı da olur ama aşiret reisleri hırsızları bulur, kendilerinin ölüm fermanı olan raporları elceğizleri ile getirip önüne koyarlar. Gertrude bölgedeki Osmanlı tesirini azaltabilmek için her maskeyi takar. Alengirli işlerle uğraşırken ahlâkî kaidelere uyamaz, evli erkekleri bile ayartmaktan kaçınmaz. Bunlardan biri Konya'da vazife yapan Binbaşı Dick Doghty'dur. Gelgelelim binbaşının eşi eli maşalı çıkar, Bell'i yakalasa saçını başını yolar. Şu işe bakın yıllarca Türkiye'de yaşayan ve hoşgörü-diyalog nutukları atan Bnb. Doghty, Çanakkale'yi kana boyar. Mehmetçik de onu iki kaşının ortasından mıhlar, cehenneme yollar. İttihatçıların hükümran olduğu yıllarda Çukurova ve Güneydoğu'yu mekan tutan Bell, her mevzuya bir Kayserili fıkrası yakıştırır, kendisine şüpheyle bakanları tatlı diliyle avlar. İşin enteresan yanı Babıali onun 'Majestelerinin Haberalma Örgütü' için çalıştığını bilir ama tedbir almaz. Anadolu'nun ardından Kahire'de istihbarat toplayan çıngıraklı yılan, Arapları Türklere karşı kışkırtabilmek için ne gerekiyorsa yapar. Hatta Kut-ül Amare'de eline silah alır, Hintlilerle birlikte mevziye yatıp, çocuklarımıza mermi sıkar. Bir müddet Bağdat'ta yaşayan ve efsane şehre âşık olan Bell, Babil'den Ninova'ya, Medayin'den Basra'ya uzanan coğrafyada bir Mezopotomya devleti kurabilmek için çalışmalar yapar. Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi de sınırlar içine katar. Hatta Irak bayrağını bizzat tasarlar. "Ben Mezopotomyalıyım" sözüyle tanınan çilli yosma, Kahire Konferansına İngiliz Yüksek Komisyonu'nun Orta Doğu Sekreteri olarak katılır ve yöreyi dilimlemeye başlar. Britanyalı tekfure Bir kadın bu kadar güçlü olabilir mi? Olur. O bizzat İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey'in himayesinde çalışır ve geleceğin liderleri Churchill ve Lloyd George'a akıl hocalığı yapar. Neyse... İşgalciler, Osmanlı'nın zevalinden yararlanıp cetvelle sınır çizer, halk dokusunu kaale almazlar. Gün gelir Türklere olan nefretiyle tanınan "kanlı teyze"nin kibri depreşir, Araplara da mesafe koyar. Yaşlandıkça maskelerini atar, yerli halkı aşağılamaya başlar. Kimseyle görüşmez konuşmaz, kendini arkeolojiye vererek avunmaya bakar. Bu arada pahada ağır parçaları İngiltere'ye yollar, artanlardan da Bağdat Müzesini kurar (onları da Amerikalılar arakladılar). Teselliyi kemikler mumyalar arasında arar. İyi ama nereye kadar?.. Günün birinde avuç avuç uyku hapı alıp yatar. Yatış o yatış, bir daha kalkamaz (1926). >> Feministler dikkat! Geride 9 kitap, 16 günlük, 7 bin fotoğraf ve 1600 mektup bırakan Gertrude, arşivini İngiltere'deki Newcastle Üniversitesi'ne bağışlar. Lawrens'i hususi olarak eğiten Bell, "Suudi Britanya" (!) hakkındaki düşüncelerini bu fitnebaza fısıldar. Orta Doğu uzmanlarına sorarsanız Blair ve Bush dahi onun planlarını tamamlamaya çalışırlar. Bir ara Kızılhaç'ta hemşirelik yapan Bell, aynen Florans Nightingale gibi kadınların "ikinci sınıf" olduğuna inanır. Hatta bayanlara yasak olan mekanlara girerken "ben cinsiyetsizim" demekten kaçınmaz. Kadın haklarına karşı o kadar tavırlıdır ki; hemcinslerinin seçme ve seçilme hakkı için yürüttükleri kampanyaları baltalamadan duramaz. Ona göre bayanlar mahalli idarelerde vazife alabilirler ama ülkeyi yönetecek çapa ve kırata "asla" ulaşamazlar.