Bir zamanlar köleydi Sultan Baybars

A -
A +

Şam... 1240'lı yıllar... Arı kovanını andıran bir pazar. Atlar, koyunlar, halılar... Çil çil hançerler, döküm döküm kumaşlar... Simsarın gür sesi duyulunca herkes o yana bakar. Elinden tuttuğu boylu poslu bir Kıpçak gencini gösterip "şu kadar dinar" der "var mı artıran?" Rakam üçer, beşer yükseliyordur ki Melik Salih'in adamları gelip talip olurlar. Diğerleri çekilir, meydanı onlara bırakırlar. Esir tacirinin aldığı para umduğunun fevkinde olmalıdır, ağzı kulaklarına varır, dişleri parıldar. Sanırım burada bir parantez açmakta yarar var, o yıllarda Kıpçaklar henüz Müslüman olmamıştırlar. Zaman zaman komşuları ile limonileşir, esir alır, esir olurlar. Boş konuşmaz Neyse... Eyyûbi hükümdarının maiyetine giren köleler iyi bir eğitimden geçirilir, ulema ile tanışır, bilgilerini görgülerini artırma fırsatı bulurlar... Gencimiz fevkalade zeki ve becerikli çıkar, boş konuşmaz, sır saklar. En bitmeyecek işleri bitirir, sessizce gelip selâmını çakar. Hani yakışıklıdır da, insana itimat telkin eden temiz bir yüzü vardır, görenin içi ferahlar. Zamanla adından sıkça söz ettirmeye başlar. "İyi de adı ne?" diyeceksiniz. Söyleyelim: Baybars... Baybars, at sırtında yiyen, içen, uyuyabilen bir savaşçıdır. Attığını vurur, vurduğunu yıkar, bir alay yağı (haydut) olsa aralarına dalar, Allah'tan başka (Celle Celalüh) kimseden korkmaz. Zaten Kuzey Türkleri eskiden beri harama yalana bulaşmaz, ırza namusa saldırmaz, aman dileyene kılıç kaldırmazlar. Bu hususiyetlerinden dolayı kolayca Müslüman olurlar ki ilerleyen yıllarda Kıpçaklar da halkaya katılırlar. Araplar kölelerine "memlûk" der, muhafız seçerken Türkleri tercihe şayan bulurlar. Zira Asya bozkırlarından gelen savaşçılar ölümüne sadıktırlar, ihanet gibi bir kelime tanımazlar. Memlûklar Gel zaman, git zaman memlûklar bir yerlere gelir ve kadrolaşırlar. Sadece Abbasiler döneminde değil, Tolunoğulları ve İhşidîler devrinde de hatırlarını saydırırlar. Hele Eyyûbî devletinde tesirleri çok artar, karargâha sığmaz olurlar. İşte Melik Sâlih Necmeddîn, Nil Nehri üzerindeki Ravda Adasında yeni bir kışla kurar ki mensuplarını "Memâlik-i Bahriye" (Deniz Köleleri) diye anarlar. Devlet idaresinde basamak basamak yükselen köleler, Eyyûbî Hânedânı güçten düşünce doğrudan yönetime oynar. Sultan Necmeddîn Sâlih'in dul karısı Şecer-üd-Dürr ile evlenen Muizzüddîn Aybek kendi devletlerini (Memlûklar) kurar. Aybek et-Türkmânî cömert, dindar, adil bir hükümdardır, attığı maya tez tutar. Öldükten sonra yerine oğlu Nureddin Ali geçer, ancak kapıya dayanan Moğol tehdidi bu genç sultanın boyunu aşar. Mısır ayanları apar topar toplanır, idareyi saltanat naibi Kutuz'a bırakırlar. Zira Kutuz sarı benizli çapulcuların dilinden iyi anlar. O günlerde Kahire'ye iç karartıcı haberler gelmektedir, Bağdat'ın düştüğünü, Halifenin öldürüldüğünü, camilerin basıldığını, kütüphanelerin yakıldığını duyar, dehşet içinde kalırlar. Muzaffer komutan Sultan Kutuz, Moğollardan çekinmez, gider onları Suriye'de karşılar. Ayn-ı Câlût'ta (vaktiyle Hazret-i Davud'un, Câlût'u yendiği sahrada) sadece Moğolların değil, hempalarının da (Ermenilerin ve Gürcülerin de) dumanını atar. Öncü birlikleri yöneten Baybars, kaçanları kovalar, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan'ı atalarının yanına yollar. Bu Zafer, İslâm âlemini sevince boğar, Moğolları kazıyamasalar da "yenilebilir olduklarını" ispatlar, müminleri ferahlatırlar. Halbuki aksi varid olsa... Karakurum haramileri Nil vadisine çullansa... Felakete bak! Bu arada Mısır'ı ele geçirmek isteyen Fransa Kralı Louis bunalımdan istifade edip ülkeyi işgale kalkar. Torunlarının Cezayir'de yaptıklarını yapar, kan döküp korku salar. Ancak komutan Baybars, Fransızları bozar, kralı esir edip, büyük ün yapar. Sultan Kutuz'un vefatından (1260) sonra halk Baybars'ın bayrağı altında toplanır. Baybars da lüzumsuz vergileri kaldırır, onların teveccühüne mazhar olmaya çalışır. Kuşatma altında Baybars İslam dünyasını derleyip toparlamak için Abbasî Prenslerinden El-Muntasır'ı getirip Halife yapar (9 Haziran 1261) ki bu hizmeti unutulmaz. Hilafet merkezi olan Kahire şenlenir, hareketlenir, kabuğunu kırar. Bu arada Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Anadolu Ermenilerini sıkıştırır, Sis (Kozan) kalesine bayrağı asar. Ardından Antakya'yı alır, Kıbrıs'a gönderdiği donanma ile Kral Vanas'ı yenip esir eder, kefâletle serbest bırakır. Hasılı kuzeyde Kıbrıs Krallığı, güneyde Nubyalılar, batıda Berberiler ve sahillerdeki Franklar, Mısır için tehdit olmaktan çıkar, Haçlıların çanına ot tıkar. Baybars, Hristiyanlar ile Moğolları yakinen izlemekle kalmaz bölgedeki İsmâîlîlerin, Nusayrîlerin faaliyetlerini de göz önünde tutar. Hatta Dulkadiroğullarına, Ramazanoğullarına ve Akkoyunlulara karşı da müteyakkız dururlar. Öyle ya n'olur, n'olmaz... Hac farîzasını eda eden Baybars'ın durulacağını sananlar aldanırlar, aksine hızı ve gayreti artar. Haçlı-Moğol-Haşhaşi ittifakını dağıtır, şeytan üçgeninde at oynatmaya başlar. Alınmaz denilen kaleleri (Askalan ve Kerek) alır, Templiyer Şövalyelerinin pek tazim ettikleri abuk heykeli (Baphomet) paralar, putun kaidesine mihrap koyar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.