Çayın vatanı Çin midir Hint midir bilemiyoruz ama Türkler onunla geç tanışırlar. Dedelerimiz daha ziyade kahve içer, taneleri Yemen'den getirtir, itinayla kavururlar. Yola bile cezveyle fincanla çıkar, mangallarını değirmenlerini yanlarında taşırlar. Derken buharı buruk demler sarıp sarmaya başlar, dost meclislerinde pirinç semaverler tıkırdar. Damât-zâde Ebû'l-Hayr Ahmed Efendî ve Mehmet İzzet'in "Çay" üzerine kaleme aldıkları risalelerin ardından, Seyit Ahmet Hamdi Bey "Çay" adlı eserini yazar. Ali Nazıma ise "Çay Hakkında Malumat" adlı kitabıyla dikkat toplar. Ulu Hakan Abdülhamid Han (Cennetmekan) çayın yayılacağını hisseder ve dünya pazarlarından pay kapmaya bakar. Hatırını kullanıp Japon İmparatorundan fide ve tohum ister, bunları Bursa'da ürettirmeyi çok arzular. Hatta çay tarımı ile ilgili bir de tarifname hazırlatır, Selim Paşa'nın derlediği kitabı bastırır ve dağıtırlar. Ancak çalkantılar yüzünden bu teşebbüs akim kalır, hedefe ulaşamazlar. Derken 'Halkalı Ziraat Mektebi Alisi' müderrislerinden botanikçi Ali Rıza Bey, Batum ve civarına bir gezi yapar. Yörede bol miktarda üretilen çay, narenciye ve bambuyu Anadolu'ya taşımanın yollarını arar. Mevzu üzerinde derinlemesine tetkiklerde bulunur ve 'Şimali Şarki Anadolu ve Kafkasya'da Tetkikatı Ziraiye' adıyla yayınlar. Nebatat bahçelerinde nümune çaylar yetiştirir ve parmağını özellikle "Rize" üzerine basar. Gel gelelim o günlerde Enver - Talat - Cemal üçlüsü memleketi harbe sokarlar ve proje yatar. 1880 Muğla doğumlu Zihni Derin, Muğla İdadisi'ni bitirdikten sonra babası Mehmet Ali Bey'i dinler, Selanik Ziraat Mektebine gider. Halkalı'da yükseğini de okuyup "mütehassıs" çıkar. Yıllarca Aydın, Rodos, Gediz ve Simav'da Orman Müfettişi olarak koşturduktan sonra Selanik Ziraat Mektebi'nde Kimya, Zirai sanatlar ve Jeoloji öğretmenliği yapar. Bilahare Bursa Sultanisinde ve Muallime mektebinde tabii ilimler okutur, hatta Bursa Milli Eğitim Müdür Vekilliği görevinde bulunur. Evet Zihni Derin, Ulu Hakan'ın kurduğu mekteplerde okumuştur ama Cumhuriyet de "mesleğinde derin" insanlara ihtiyaç duyar. Nitekim onu "Ziraat Umum Müdürlüğü" koltuğuna oturturlar. Savaş sonrası Anadolu çok perişandır, ticaret yoktur, sanat yoktur, sanayi hiç yoktur. Haliyle iş güç ve para yoktur. Zihni Bey işinde erimiş bir ziraatçi olarak halkın refahını artıracak çarelere kafa yorar. Özellikle Doğu Karadeniz'e çok takar. Sahi Batum'da yetişip yamaçlara yayılan çayın Rize'de olmaması için sebep mi var? İklim aynı iklim, toprak aynı toprak... 1923 yılında Rize'ye gelir ve Garal Dağı yamaçlarında kolları sıvar. Ardından Batum'da ziraat enstitülerini, narenciye bahçelerini, çay fabrikalarını gezer, çaktırmadan fide araklar. Bunları itina ile dikip yeşillendirmiştir ki Ankara'daki iş bilmezler pişmiş aşa su katarlar. Onu önce İstanbul Erkek, sonra Nişantaşı Kız ve Vefa Lisesine muallimliğe yollarlar. Anadolunun değişik viyayetlerinde mektep mektep dolandırırlar. Zihni Bey emekli olunca tekrar yöreye koşar. Silbaştan işe girişir ama bu kez başarmadan durmaz. Halkımız 1937 yılından itibaren Rize'de yetişen çayları yudumlamaya başlar. Zihni hoca üstüne vazife gibi köy köy dolanır, "iki buçuk yaprak" inceliğini anlatabilmek için çok çaba harcar. Konuya yıllardır ilgisiz duran Ankara bu kez işi abartır, çayın dünya fiyatları ortada iken 15 kilo yaş çay yaprağına bir cumhuriyet altını verip (bu gün 267 kilo zor alır) dengeleri bozar. Halk fındık ve narenciye bahçelerini söker, şuursuzca çaya başlar. Artık kimse Rize bezi dokumaz, efsanevi kendir kültürü yok olur gider, ortalıkta feretikocu meretikocu kalmaz. Ne bakım, ne budama, kesimden kesime beş on gün çalışır, bir yıl yatarlar. Devlet çer demez, çöp demez, işleyemeyeceği çayı da alır, götürüp denize atar. "4223 Sayılı Kahve Çay İnhisarı Kanunu" akla mantığa sığmaz. On ton çay üretseniz bile tek yaprağını saklayamazsınız, çayı ancak ve yalnız TEKEL satar. Devletçi kafa Aslında soldurma, kıvırma, mayalandırma, kurutma zor zenaat değildir ama devletçi kafa özel sektörü doğmadan boğar, rekabet olmayınca kalite de olmaz. Mevcud siyasetçilerden ümidini kesen Zihni Derin 1950 seçimlerinde bağımsız aday olur. Ama kurt politikacılar onu kolayca harcarlar. Rizeliler 1964 çay sezonunun finaline Zihni Hoca'yı da çağırırlar. Ancak Çalışma Bakanı Bülent Ecevit'in makam arabası geri geri giderken yaşlı ziraatçıya çarpar ve kalça kemiğini kırar. Rontgenler, ameliyatlar, yatak hapisleri, koltuk değnekleri derken garibim sürünmeye başlar. O her ne kadar, "olur böyle şeyler, elbet geçer" dese de travmayı atlatamaz. Hadiseden bir sene kadar sonra gözlerini hayata yumar. Çay, kahvaltılarımızın demirbaşı, dost meclislerinin olmazsa olmazı. Onsuz iki lafın beli bile kırılmaz. Evet, ince belli bardaklarla yudumladığımız yakut renkli çaylar yorgunluğumuzu alıp gider ama Zihni Derin'i birkaç yaşlı Rizeliden başka kimse tanımaz.