Korku türünde kalem oynatanlar başlangıçta klasik takılır, kötü adamlara (ve kadınlara) iğrenç görüntüler yakıştırırlar. Bıçak izli suratlar, çapraşık dişler, kanlı gözler filan... Ancak Mr. Brom, Kont Dragula'ya halk içinde dolanan, smokinli, tel gözlüklü, kol düğmeli, kravat iğneli "aristokrat" bir tip oturtur, işe daha bir "gizem" katar. İnsanları güzellerden şüphelendirir "babana bile güvenme" moduna sokar. Pire ve kene gibi kanla beslenen bir memeli türü biyologların tasnifine girmez ama zaten vampirler "yaşayan ölü" olurlar. Bunlar biberonlarına kan konularak büyütülen ve mektep çağında eritrosinli plakisini kaşıklayan kötü aile çocukları değildir. Vampir olabilmek için bir vampir tarafından ısırılmak yeter de artar! Vampirler sivrisinek ve tahtakurusu gibi orda, burda, şurda olur, kısacası aramızda dolanırlar. Esprili, neşeli ve arkadaş canlısıdırlar. Ancak avlarını ağlarına düşürünce gözlerinin rengi açılır ve pupilanın derinliklerinde ispirto alevi gibi bir ışık parlar. Sonra suratlarındaki maske yırtılıverir ve itdişleri sivrilmeye başlar. Çağdaş vampirler! Mr. Brom, ödümüzü koparmasını iyi bilir, romanındaki insanlar çaresiz kalır, vampirler daima üste çıkarlar. Bu taife elbette yerçekimine tabi değildir, çok hızlı hareket eder ve ele avuca sığmazlar. Yalnız günışığına çıkamaz ve tahta kazığa dayanamazlar. Brom, cemiyet içinde bir sürü bilinmeyen vampirin dolandığını var sayar, "o mu, bu mu" dedirtir, milleti vesvese sahibi yapar. Günümüzün vampirleri iş adamı, bürokrat, asker, polis hatta hemotolog (kan uzmanı) olur, bilmem kaç faktör güneş önleyici kremler sürünerek gündüz de çalışırlar. Tabii ki fayton yerine eski model bir Amerikan arabası (tercihen kuyruklu bir Cadillac) kullanırlar. Antivampir silahları da değişir mesela gümüş kurşun atan altıpatlarlar prim yapar. Gümüş mermi dümeni, gümüş üreten bir bölgenin uydurması olmalıdır, lakin Gümüşhacıköylüler bu trendi yakalayamazlar. Ama sarımsağın vampirsavar rolü ucundan köşesinden Taşköprülülere uyar. Yalan malan bize ne, reklamın iyisi kötüsü olmaz. Nerde kalmıştık? Ha evet... Kilise kültürü ile yetişen ve -hâşâ- şarabın Hazreti İsa'nın kanı, ekmeğin eti olduğuna inananlar bu kanlı masalları yutmaya hazırdırlar. Hurafeci papazlar tam burada devreye girer güya vampirlerin aforoz edilenlerin ruhları olduğunu, öte âleme gidemedikleri için ortalıkta dolandıklarını anlatırlar. Cevap yine kilisenin içinden gelir, rahip Dom Agustine bütün bu hikayeleri "cehalet" diye yaftalar. Evet, Orta Çağ Avrupa'sında ölümün kol gezdiği vakıadır ama bunun sebebi vampirler değil pisliktir. Basık ve havasız izbelerde farelerle iç içe yaşayan, banyo, sabun tanımayan, lazımlıklarını nehre döküp, dönerken su alanlar, verem, tifo, kolera salgınlarına açıktırlar. Fuhşun yaygın olduğu liman kentlerinde it kuyruğunu sallasa frengiliye çarpar. Halbuki Müslümanlar aydınlık mekânlarda oturur, sık yıkanır (en azından beş defa abdest alırlar), fuhşa alkole bulaşmaz ve karantina uygularlar. (Bu konuda onlarca hadis-i şerif var) Avrupalılar akılları sıra vebadan kaçar, sağa sola mikrop nakli yaparlar. Bilindiği üzere ölünün kalbi, soluğu ve beyin fonksiyonları durur ama bir süre daha sakalları ve tırnakları uzar. Bazı cesetlerin karın boşluğunda gaz birikir ve ağızlarından kan sızar. Avrupalılar şüpheli şahısların mezardan kaçıp kaçmadıklarını anlamak için üç beş gece sonra (niye gece bilmiyorum) tabutlarını açarlar, karşılarına saçı sakalı uzamış, göbeği şişmiş ve ağızı kan içinde biri çıkabilir mi? Çıkar. Adamlar zaten tırsmaya hazırdırlar hiç yoktan kendilerini korkuturlar. Karınları yarılınca cesed balon gibi söner, marifeti "kazıkta" sanırlar. Aslında korku türünde kalem oynatan ilk yazar Lord Byron'dır, onu İrlandalı yurttaşı Mary Shelley izler ve bu edebiyat tarzı "Frankenstein" ile harbiden sınıf atlar. Dr. John Polidori "Vampyre", Joseph Sheridan Le Fanu ise "Carmilla" ile sinir telerimize dokunurlar. Ama bunlar zaten kötüdür ve hiçbiri aramazda dolanan Kont Dragula kadar ürkütücü olamaz. Adı geçen roman İngiltere'de basılınca (1897) edebiyat dünyasını birbirine katar. Derken bunu sinemaya uyarlar ve insanları titretmeyi başarırlar. Özellikle İngiliz oyuncu Christopher Lee, rolünü iyi oynar. Yönetmenler işin içine miktari kafi şehvet de katar, Kont Dragula, janjanlı faytonunun kapısını daima genç kızlara aralar. Yosma basamağa adımını attı mı gong vurur ve macera başlar. Isırılan dilber "vampirella" olup çıkar, o da delikanlıları "ham" yapar. Bu kez ısırılan civanlar, genç kız aramaya başlar, böylece vampir sayısı katlana katlana artar. Korku tacirleri bakarlar bu işte para var, frediler, mumyalar, hayvan mezarlıkları, kuzuların sessizliğini sıralamaya başlarlar. Nice çocuğun dengesini bozar nice sapığa akıl satarlar. Sonra el kadar kopiller pompalıyı kapar, gider mekteplerini kana boyar. Dolar uğruna Derken bazı uyanık Batılılar Karpatlar'a demir atarlar. Ciddi yatırımlar yapar, Braşov kentinde bir Dracula parkı açarlar. 1900'lerden kalma Bran Şatosunu mekan edinir, turistlere beyin şeklinde pastalar, kuru kafalar içinde kan renkli şuruplar, irinli pudingler sunarlar. Gelelim Rumenlere... Adamlar kendi halkından 40 bin kişiyi (bir o kadar da Türk ve Macar) kıran Kazıklı Voyvoda'yı kahramanlaştırır hatta "aziz" yaparlar. Düşünün Rumen silahlı kuvvetleri dahi, ürettiği saldırı helikopterine "AHO1-RO Dragula" adını koyar!..