Ebu-d Derda (radıyallahu anh)

A -
A +

Ebu-d Derda zengin, dürüst ve itibarlı bir tüccardır. Onu sadece Mekke'de değil, Şam'da ve Kahire'de de tanırlar. Bilge insanlarla teşriki mesaide bulunur, ilme ve hikmete dair ne bulsa almaya bakar. Mekke yöneticilerinin mü'minleri bunalttığı günlerde o İslamiyet hakkında bilgi toplar (biraz da hanımı Ümmüderda'nın vesilesiyle) putları kırar. Ebu-d Derda (Radıyallahu anh) Müslüman olduktan sonra daha fazla okur, daha fazla not tutar. Bilgiye ulaşma yolunda özür bahane tanımaz. İlk işi Kur'an-ı kerimi ezberlemek olur ve Ayet-i kerimelerin mânâlarını "bizzat Efendimizden" öğrenmeye bakar. Gün gelir parmakla gösterilen bir fakih olur, Medine'de alim çoktur ama ona sahabeler bile fetva sorar. Ebu-d Derda mükemmel bir süvaridir, attan çok iyi anlar. Onca hayvan arasından seçip yetiştirdiği tayı değme bir küheylan olur gücü, sürati ve zerafetiyle göz kamaştırmaya başlar. Ama öyle süs güzeli değildir binicisi ile birlikte savaşır ve adam gibi sözden anlar. Mükemmel süvari Uhud savaşında Efendimiz ona ve atına muhabbetle bakar ve "Uveymir ne mükemmel süvaridir" buyururlar. Büyük sahabe Resullullah Efendimizin ahirete intikallerinden sonra Medine'de yapamaz. Hazret-i Ömer'in isteği üzerine Şam'a gider ve yeni Müslüman olanlara ders okutmaya başlar. Adil Halifenin ifadesi ile "o bir okyanustur" ve ilmini paylaşacak talip arar. Özellikle kıraat üzerinde çok durur, daha fazla hafız-ı Kur'an yetiştirebilmek için gecesini gündüzüne katar. Mübarek, talebelerini onarlı gruplar halinde alır ve hepsini de tek tek tanır. Gün gelir halkaya katılanların sayısı 1600'lere varır, ki içlerinden fevkalade kabiliyetli gençler vardır. Nitekim bunlar beldeler, ülkeler ötesine gider ve tebliğe başlarlar. Hanımları dahi ilim dolu dağarcıktır, onlar da genç kızları okutur ve güzel izler bırakırlar. Hazret-i Ömer Şam-ı Şerife vasıl olduklarında arar sorar Ebu Derdağ'ın evini bulur. Bu şehrin dışında toprak damlı bir odacıktır. İçeride sadece eski bir post ve birkaç toprak kase vardır. Çalınacak bir şeyi olmadığı için kapısına kilit asmaz. Kadı yanınızda Ebu Derda yemez yedirir, giymez giydirir, misafir için adeta canını verir. Sonra tebabetten de anlar, hastalarına şuruplar ezer, merhemler yapar. Hazret-i Muaviye, Hazret-i Osman'dan bir kadı istediğinde net bir cevap gelir "O yörede bu işi en iyi Ebu-d Derda yapar". Hoş, Efendimiz yıllar evvel "Her ümmetin bir hakimi vardır. Bu ümmetin hakimi Ebu-d Derda'dır" buyururlar ki şüphesiz o günleri işaret ediyor olmalıdırlar. Ebu-d Derda hazretleri bir gün kalabalığın bir adamı itip kakıp azarladıklarını görür. Sorar: "Niye eziyed ediyorsunuz ona?" -Efendim o filanca filanca kötülükleri işledi. -Peki bu adam kuyuya düşse, n'apardınız? -Elbette, çıkarırdık, bırakacak değildik ya. -Öyleyse onu bulunduğu halden çekip çıkarmaya çalışın ve benzer günahlardan koruduğu için hamd edin Allah'a. -Onu hoş mu görelim yani? -Fenalığa buğz edin, faile değil. Tedaviye bak Günün birinde adamın biri önüne geçip sorar "tebabetten anladığınızı duydum, derdimi anlatabilir miyim sana?" - Elbette, elimizden gelen birşey varsa... - Kalbimde dünyaya karşı aşırı bir sevgi var. Namazlarımda nûr göremiyor, ibâdetlerimden tad alamıyorum. - Öyleyse sık sık hasta ziyâretlerine git! Cenâze namazlarında bulun! Kabristanları dolan! Bunları yap ki hubb-i dünyadan kurtulasın, kalbin nûrlana, basîretin açıla. Adamcağız kendince denilenleri yapar ama bir fark bulamaz. Tekrar gelir, bezgin bitkin başını sallar. Ebu-d Derda hazretleri "hastanın yanına girip çıkmakla olmaz, bir gün kendinin de zayıf ve takatsız kalacağını düşün. Parmağını oynatamayacaksın ve arayanın soranın kalmayacak. Sonra kendini musallada yatan mevtanın yerine koy, birazdan toprağa bırakılacaksın ve oğlun bile başında durmayacak. Nazik bedenin çürüyüp dökülecek, böceklere yem olacak... Ölümü çok hatırlayanlar taşkınlıktan ve hasedden kurtulurlar. Ardından insanların gelmesinden hoşlananlar, Allahtan uzaklaşırlar. Ellerine dünyalık geçince sevinip, ömrünün azaldığına üzülmeyenler akıldan fukaradırlar. İnanın mahşerde karşılaşacaklarınızı bilseniz, ne yemek yiyebilirdiniz, ne de su geçerdi boğazınızdan." Sırf rivayet için Medîne'den, bir zât Şam'a gelir Ebüdderdâ hazretlerinin kapısını çalar. Yolcuyu buyur edip sorar. "Sizin için ne yapabilirim? -Sizin Resûlullahtan işittiğiniz hadîs-i şerîfleri rivâyet ettiğinizi duydum. Hiç değilse bir kaçını duymak isterim. - Ticâret için falan gelmedin yani? - Hayır. Sadece hadîs-i şerîf almak için... - Pekiyi, o hâlde dinle! Resûl-i ekrem Sallallahü aleyhi ve sellem "Bir insan ilim kazanmak için bir yola giderse, Allahü teâlâ ona Cennete doğru bir yol açar. Melekler, kanatlarını üzerine gerer, ilim sahiplerinin mağfireti için, yerdekiler ve göktekiler niyâz eder. Denizin dibindeki balıklar bile ona duâ ederler" buyurdular. - Hadîs-i şerîf naklederken gülümsediniz, bunun bir hikmeti mi var? - Resûl-i ekrem efendimiz de tebessüm etmişti. Ben nasıl öyle yapmam.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.