Efsane kaptan Çaka Bey

A -
A +

Çaka Bey düzenli deniz tatbikatlarımızdan biri miydi? Yoksa Yenikapı'dan Bostancı'ya kalkan İDO teknesi mi? Başka? Aklımıza başka ne gelebilir? Topçu, popçu değil ki... Efendim, Çaka ve Yalvaç, Çavuldur boyundan bir bey oğludurlar. Bunlar Danişmend Gazi'nin emrinde at oynatırlar. İşte Bolu civarlarına çıktıkları akınlardan birinde Kabalika Alexandra komutasındaki güçlü bir Bizans ordusuyla karşılaşırlar. Çaka henüz yüzünde ustura gezinmemiş bir genç irisidir, ancak mahirane hamleleriyle göze batar. Etrafında kalan beş on sadık adamıyla ortalığın tozunu atar. Ne yazık ki o bir avuç akıncı da tükenir, çakallar çalakılıç dövüşen Çaka'yı kuşatırlar. Delikanlı buna benzer kapanlardan çok kurtulmuştur, keyfini hiç bozmaz. Eli kadar dili de çalışır, bir yandan adam yıkar, bir yandan laf sokar. Güle oynaya dövüşür, cendereden sıyrılmaya bakar. Lakin kılıcı kırılıp da kabzası elinde kalınca... Çaka derhal okkalı gürzünü kavrar, sağa sola çaka çaka üç şeritli yol açar. Kağıt gibi kalkan ezer, ceviz gibi miğfer kırar. İyi de insanın da bir takati vardır di mi ama? Kaybettiği kanlar gücünü alıp gidince gözleri kararmaya başlar. Bir ara hayal meyal yere yuvarlandığını hatırlar. Sonra? Sonra n'olsun yüzüne dikilen öfkeli bakışlar, göğsüne dayanan sivri kargılar! Kabalika, Çaka'yı paralamaya niyetlenen adamlarını durdurur, bir sedyeye yatırtıp hususi cerrahına yollar. Doğrusu savaşı böylesine basite alan ve bu kadar net okuyan bir gencin zayi olmasına dayanamaz Çaka'yı İmparatoruna (Nikephoros Botaneiates'e) takdim ederek "aferin" almaya bakar... Yiğidimizin bünyesi sağlamdır, kısa sürede kendini toplar. Nitekim onu İstanbul'a getirir, imparatora sunarlar. Nikeforos boş laftan hoşlanmaz, delikanlıyı muhafız bölüğündeki yarmaların karşısına çıkararak kıratını tespite kalkar. Çavuldur'un bahadır oğlu rakiplerini ciddiye almaz, elini kılıcına atma ihtiyacı duymaz. Asiller, bu adsız sansız çocuğun vakur duruşundan, alaycı tavırlarından çok hoşlanırlar. Onbeşgen vücudlu gladyatörleri tek tek buruşturunca ayağa fırlar ve çılgınca alkışlarlar. Nikeforos ona "Protonolilismus" gibi janjanlı bir isim yakıştırır ve bizzat sarayında ağırlar. Çaka Bey prensler gibi yaşamasına rağmen, istenilen manada bir lejyoner olmaz. Bu arada Rumca'yı da söker atar, kütüphanenin altından girer, üstünden çıkar. İstikbal denizlerde Kahramınımız etrafını dikkatle inceler, adamların zaaflarını yakalamaya bakar. Doğrusunu isterseniz Bizans'ın köklü bir devlet yapısı vardır, ordusu eğitimli ve disiplinlidir, hem müessir silahlar kullanırlar. Süvarisi, piyadesi bir yana şu muhteşem donanma durdukça kolay yıkılmazlar. Deniz gücü olmayan, Bizans'tan tek taş koparamaz. Noksanlıklarına gelince, İmparatorluğu tek hanedan yönetmez, hizipler iktidara yürümek için fırsat kollarlar. Erkekler kolay gaza gelseler de taife-i nisa hesabı ince yapar. Saray kadınları entrika üretim merkezi gibi çalışır, habire fitne kaynatırlar. Krallar taçlarını tahtlarını kaybetmemek için "güçlü olduklarını" göstermek zorundadırlar. Bazen sırf bu yüzden manasız eziyetler yapar, halkı yıldırırlar. Ahlar vahlar artınca muhalefete malzeme çıkar, ne yazık ki gelenler gidenleri aratır. Sempatizanlar kullanıldıklarıyla kalırlar. Tevafuk bu ya "Vaki olanda hayır vardır" derler ya, esaret yıllarında tayfalarla, kaptanlarla oturup kalkan Çaka, denizciliğin püf noktalarını kapar. Günün birinde "bozkır çocuklarıyla deryaya açılmak" gibi "olmayacak" hayaller kurar... O sıralar sıradan bir general olan Alexi Kommen ısrarla iktidara oynar. Hayır denemeyecek vaadlerle gelerek Çaka'yı kazanmaya bakar. Beyimiz, Rumlara inanmaz, Kommen'e hiç inanmaz, zira ihtilalcilerde merhametin zerresi bulunmaz. Hem kendisini yıllardır konuk eden imparatora ihanet edecek değildir ya. Alexi reddedilmeyi yediremez ve bunu bir kenara yazar. İki taraf birbirine girince ortalık felaket karışır. Çaka da "fırsat bu fırsat" der, şehirden kaçar. (1082) Hürriyetine kavuşur kavuşmaz babasının sancağını açar, Çavuldur boyunu etrafına toplar. Aklı fikri bir donanma kurmaktadır ama önce sığınacak bir liman bulmalıdırlar. Döner dolaşır ve İzmir'de karar kılar. Şehri ansızın kuşatır ve "Ya Müslüman olun, ya da bayrağımız altında yaşayın" gibi mâkul bir teklif yapar. "Ya da" ile başlayan üçüncü bir cümleye asla kapı aralamaz. Kalite farkı İzmir valisi, aksi bir adamdır, bu yüzden olacak ahali müdafaaya katılmaz, savaşıyor"muş" gibi yapar, sıralarını savarlar. Mancınıklar atışa başlayınca haşmetmeapları bir huruç harekatına kalkar. Ancak ava giderken avlanır, canını kaleye zor atar. Vali içeri girer girmez kapıları sürgületir, yoldaşlarını dışarıda koyar. "Bizi de alın" diye yalvaran zavallıların tepesinden aşağı kızgın yağlar döktürtür, göz göre göre adamlarını haşlar. Halbuki Türklere esir olanların keyfi yerindedir. O gece sıcak bir döşekte uyur, önlerinde etli sütlü bir sofra bulurlar. Ne zincir, ne pranga. Ellerinden silahları alınır o kadar. Haberler bir şekilde şehre ulaşır, halk lokma paylaşan Türklerle, askerine bile acımayan vali arasında net bir tercih yapar. Hodbin herife tekme tokat girişir, anahtarları getirip Çaka Bey'in önüne koyarlar. İzmir bundan 5-6 yıl evvel de Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından, fethedilmiş bir süre elimizde kalmıştır. Bu yüzden Derviş gazileri iyi tanır, sarıklılara güvenir ve inanırlar. Nitekim umduklarını bulur, nazlı hilalin gölgesinde huzur içinde yaşarlar. Alır, satar, işlerine bakar, paralarına para katarlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.