Hasan Paşa, Çorum'un Gülabibey Mahallesinde doğan bir Türk evladıdır. O da akranları gibi mahalle mektebine yazılır, tarih, coğrafya, hesap ve ilmihal bilgileri ile donanır. O devirde talebeler diploma kovalamadıkları için ne kadar okudukları muammadır. Sonra babasının yanına takılır, ki "Hacı Mustafa" namlı bir kılıç ustasıdır. Hasan zaten kalın kemikli, boylu boslu bir çocuktur, bir de demir dövmeye başlayınca omuzları genişler, pazıları oturur, elleri pençeyi andırır. Kardeşleri Ömer ve Osman da iri kıyımdırlar ancak güç gerektiren işler oldu mu onu çağırırlar. Askerlik için İstanbul'a giden pehlivan endamlı Hasan komutanlarının gözüne batar, onu hususi bir eğitimden geçirir ve muhafız birliğine alırlar. Abdülmecid Han'ın başta olduğu yıllarda imparatorluk sıkıntı içindedir, bir gaile bitmeden öbürü başlar. Bir tarafta Rus ve Avusturya baskısı, öbür yanda kaynayan Balkanlar... Gittikçe güç kazanan Tanzimatçılar başa beladırlar, adı büyük paşalar işi gücü bırakır Hıristiyanların hamiliğine soyunurlar. Onbaşı Hasan Savaş kızışınca muhafız birliği de cepheye yollanır, er Hasan Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa komutasında Kırım'a koşar. Gözleve cephesinde nöbet tuttuğu bir gece kukuletalara bürünmüş üç gölgenin sine sine yaklaştıklarını fark eder ve adamların üstüne çullanıp, ümüklerini sıkar. Bunlardan ikisi rahip kılığına girmiş asker, biri de Rus kaymakamıdır. Sorguya alınınca cephaneyi uçurmaya geldikleri anlaşılır. Tek başına üç fedaiyi yakalayan bir asker mükâfatlandırılmalıdır, nitekim Çorumlu Hasan'ı da onbaşı yapar, göğsüne iftihar madalyası takarlar. Eğer sabotaj işi kaymakama kadar düşmüşse Ruslar acz içinde olmalıdırlar. Bundan cesaret alan birliklerimiz saldırıya geçer ve Gözleve Zaferine imza atarlar. Bu galibiyetin ne kadar önemli olduğunu belirtmek için şunu söylesek yeter, Rus Çarı Nikola yeise kapılır ve canına kıyar (1855-Petersburg). Baskın basanın Moskof sıkışa sıkışa Azak'a çekilince, içdenizi Karadenize açan Kerç Boğazının ehemmiyeti artar. Ruslar Anapa limanını boşaltır ancak sarp bir tepe üzerine kurdukları topçu bataryası ile çok can yakarlar. Burası ne pahasına olursa olsun susturulmalıdır. Bunun için birkaç gözü kara adam lazımdır. Gönüllü istendiğinde Çorumlu Hasan sağına soluna bakmadan öne çıkar ve kartal yuvasını andıran doruğa tırmanıp komutanı kollamaya başlar. Bir anda ortaya çıkıp subayı süngüler diğerlerinin üzerine kurşun sıkar. Büyük bir baskına uğradıkların sanan Ruslar dağılır, batarya susar. Hadiseyi dürbünüyle izleyen bir İngiliz komutan, İstanbul'a bir mektup yollar. Böyle bir askerin taltif edilmesi gerektiğini yazar. Zaten Onbaşı Hasan birliğin gözdesi olmuştur onu çavuş yaparlar. Vatan borcunu ödeyen yiğidimiz tezkeresini alıp gitmez, üstlerinin "orduda kal" teklifini mâkul karşılar. Serasker Rıza Paşa onu evlendirir barklandırır, hatta surre alayı ile hacca yollar. Kahramanımız Hicaz yolunda o kadar işe yarar ki İstanbul'a ayak basan hatırlılar Abdülmecid Han'a çıkar, Hasan Çavuş'un hizmetini ballandırırlar. Sultan da onu mülazım-ı sani (teğmen) yapar. Hacı Hasan Anadolu'ya dönünce Balıkesir sonra Bursa civarında düzen kuran şakilerin gırtlağını sıkar. Derken kendine Yusuf Kamil Paşa diye bir unvan uyduran ve civarı haraca bağlayan Çamaşırcı Raşit adlı sahtekarın çetesini dağıtır, eşkıyanın sindiği mağaralarda hesapsız para bulur, kaçırılmış kızcağızları kurtarırlar. Halk çok memnun olur, Asitaneye teşekkür mektubu yağar. Kısacası Teğmenimizin ünü Dersaadeti tutar. Abdülaziz Han'ın Hacı Hasan gibi sadık ve gayretli adamlara ihtiyacı vardır, onu İslambol'a çağırır, Beşiktaş Karakol Komutanlığına atar ki Yıldız, Çırağan ve Feriye sarayları onun mıntıkasında bulunurlar. Vazifesiyle evli! Hacı Hasan'ın ilk hanımı kendinden yaşlıcadır, Abdülaziz Han bir gün "seni başgöz edeceğim. İtiraz istemem" der noktayı koyar. Hasan "ama Efendim ben zevcemi atmak istemiyorum ki" diye fısıldar. Padişah "atmanı isteyen kim, artıracaksın" der ve İncirköylü Hasanpaşa'nın konağında çalışan Hatice Gülnaz adlı bir Çerkez kızıyla düğünlerini yapar. Hacı hanım, Hatice Gülnaz'ı kızı gibi bağrına basar, Çerkez kızı da yaşlı hanıma hizmet için can atar. Hasılı gül gibi geçinip giderler, asla hır gür çıkmaz. Hacı Hasan'ın dört hanımı da olsa vazifesinden ayrılamaz. Evinin yolunu unutur, makamını mekânı yapar. Saray civarında en ufak kıpırtıya kuşku ile bakar, gece gündüz sokakları turlar, ne karada, ne de denizde kuş uçurtmaz. Hasan Bey, hırsız-uğursuz takımını savcıya hakime yollamaz, karakola çekip pataklar. O iri yumrukları ile paspasa çevirip, kemiklerini kırar. Sonra "bir daha karşıma çıkmayacaksın tamam mı?" deyip sırtını sıvazlar. Kanunsuzlar bakarlar ondan kurtuluş yok, ya bu işten cayarlar, ya da gider başka bölgelerde çalışırlar! Veliaht tanımam Hacı Hasan vazifesine o kadar sadıktır ki Abdülaziz için tertibat aldığı bölgeye (Balmumcu Çiftliği civarına) Abdülhamid Han'ı bile sokmaz. "Ama ben veliahtım" cümlesine karşılık "ben bir padişah bilirim, veliaht meliaht tanımam" der, kestirip atar. Ulu Hakan bu tavırdan çok hoşnut kalır. Doğrusu İmparatorluğun böyle insanlara ihtiyacı vardır. Eğer bir gün padişah olursa... Osmanlılar altın paradan kağıt paraya geçince kalpazanlara gün doğar. Hacı Hasan bunları izler dipler ve Yeniköy'deki bir Rum evini basar. Uluslararası şebekeyi suç üstü yakalar. Her başarı ile rütbesi yükselen Hacı Hasan'ı önce alaybeyi (albay), derken mirliva (tuğgeneral) yaparlar...