Yer Michigan civarında Battle Creek kasabası. Yıl: 1870'ler filan... Baba Kellogg altı üstü bir süpürge imalatçısıdır ama dünyanın işi etrafında döndüğüne sanır. Geleceğe dair büyük projeler hazırlar, habire plan, program yapar. Diğer süpürgecilerin hamlelerini dikkatle izler, onları alt edebilmek için "ince ayar" taktiklere kafa yorar. Çocukları da ona omuz vermeli, bu tezgahı yaşatıp büyütebilmek için geceli gündüzlü çalışmalıdırlar. Şimdikiler olsa "adaaam sen de" der işlerine bakarlar ama o devir gençleri babalarına karşı daha saygılıdırlar. Evin 7 oğlu da firma için yaşar, bırakın gezmeyi tozmayı, ne okula gider, ne kurslara katılırlar. Bir süpürge fazla pazarlayabilmek için çırpınıp dururlar. Et ot meselesi John, ufak tefek (5 feet 4 inch), zayıf nahif ve vereme istidatlı bir genç olduğu için işlerden kısmen yırtar, annesi onu güçlendirebilmek için günde üç öğün et pişirir (ne yazık ki iyi bir aşçı değildir) yağları ilikleri ağzından alır, burnundan tıkar. Zoraki et diyetini de saymazsanız John'un keyfi beyde yoktur, çekilir köşesine Romalı düşünürlerin (özellikle Seneka'nın) kitaplarını okuyup felsefe yapar. Gelgelelim kardeşi William daha 14 yaşındayken kendisine ayrılan satış bölgesinde rakip süpürge satıcılarıyla boğuşmaya başlar. Derken babası onu müessesesinin eyalet sorumlusu olarak Teksas'a yollar. Garibim mal satar, para yollar, mal satar, para yollar süpürge ile yata kalka insanlıktan çıkar... İsterseniz burada bir parantez açalım. Şüphesiz bazı vejetaryenler hayvan severdirler, kuzulara danalara kıyamazlar. Ancak bazıları da hayvanları hasım görür, otlarını paylaşmaya yanaşmazlar. "Rızk Allah'tandır" diyebilseler mesele yoktur ama gereksiz vesveseler yapar, dengelerle oynarlar. Hatta Sümerler bir ara kafalarını hayvanların yediğine içtiğine öylesine takarlar ki, "şu kadar arazide bu kadar inek besleyeceğimize kendimiz otlasak" gibi garip hesaplar yaparlar. Ancak balıklarla araları iyidir, zira onlar otumuza kökümüze saldırmaz, elimizin ermediği hayat alanlarında dolanırlar. Bilirsiniz Çinliler bütün yıl pirinç lapası kaşıkladıkları için parmaklarını bile oynatamayacak kadar uyuşur, Hintliler ot yiye yiye koyun gibi olurlar. Daha kalabalık ve daha zengin olmalarına rağmen cenk meydanında Türklere ve Moğollara dikiş tutturamazlar. Düşünün Hindistan'da adı tarihe geçen bütün imparatorlukları dedelerimiz kurar. Zira Orta Asya bozkırlarını mekan edinen Oğuz nesli, "Budistlere inat" aslanlar gibi kebap yer ve sürüye dalan kurtlar gibi savaşırlar. Vejetaryenlik, Uzakdoğu menşeli bir akım olmasına rağmen zaman zaman Batıda da güç kazanır, hatta bunu "kutsal bir ideoloji" gibi savunanlar çıkar. Nitekim Amerika'da Sylvester Graham adlı bir papaz (1840'lı yıllarda) büyük bir kampanya açar. Peş peşe verdiği konferanslarla hayli taraftar toplar. Sadece etle değil, beyaz ekmekle de savaşır, "Graham unu", "Graham krakeri" gibi ürünlerin öncülüğünü yapar. İşte kâğıt benizli, iskelet vücudlu, rüzgârda sallanan John Harvey Kellogg da Papaz Graham'ın kitaplarını okuyunca tesir altında kalır. Henüz 15 yaşındayken ete alternatif ürünler aramaya başlar. Zira hangi tabibe başvursa ona kanlı biftek tavsiyesinde bulunur, adeta kanına bıçak çalarlar. Kellogg hekimlere karşı çıkmanın tek mantıklı yolunu bulur: "Hekim olmak!" Gerçekten tıp fakültesine girer, ancak ne ders kitaplarını, ne de hocalarını ciddiye alır, unvanını takıntılarının hizmetinde kullanmaya bakar. Tabip olduktan sonra da inandığı gibi beslenir ve açık havada yatar. Açık havada dediysek öyle verandada, balkonda filan değil, basbayağı yıldızların altında. Bazen kar yorganını örter, bazen yüzüne gözüne dolu yağar. Biz olsak zatürreden kurtulamayız ama gelin görün ki açık hava ona pek yarar. Otobur misyoner John Kellogg, bir ara "Seventh-day Adventist" adlı bir Hıristiyan grubuna katılır ve zikredilen grubun misyoneri olarak Amerika'yı dolaşır. Bunlar sigara içmez, alkol kullanmaz, gelgelelim çaya, kahveya, çikolataya, baharata da mesafe koyarlar. Eşler "kardeş kardeş" yaşar, nefsani arzularını "sadece ot yiyerek" baskı altında tutarlar. Et ve et ürünlerinin bulunduğu sokaktan bile geçmez, her hastalığın ve her fenalığın et yemekten kaynaklandığını sanırlar. Onlara göre "kurtuluş otoburlukta"dır, insanları sağlıklı, cemiyeti huzurlu görmek isteyen pirzolaya, köfteye savaş açmalıdır. Bu mantığa göre hırsızlar, uğursuzlar üç beş ay zerzevatla beslenseler ıslah olacak, hapishaneler külliyen boşalacaktır ama...