Türk filmi gibi derler ya aynen öyle... Hadise İtalya'da geçiyor ve tabii ki başrollerde İtalyanlar oynuyor. Enzo Ferrari doğma büyüme Modenalıdır. Hayır, köyünden kazasından değil içinden. Kahramanımız balkonlarına çamaşır asılan, camlarına begonyalar sıralanan ve merdivenleri lahana kokan bir evde büyüyor. Hızlı kopil ya, formulacı edasıyla velespitine atlıyor, bir Vespa'nın zor geçebileceği aralıklarda sıralama turları yapıyor. Gençlik yıllarında küçük bir dökümhanesi bulunan babasının (Alfredo Usta) yanına bile uğramıyor, zira onun hayalleri bu mütevazı atölyeyi çok aşıyor. Ana caddede piyasa yaptığı günlerde arkadaşlarına ünlü olmanın yollarını anlatıyor. Bariton muhabir Kankaları "senin gibi sesimiz olsa ohooo" nakaratını sıkça kullanınca anafora kapılıyor, operanın kapısında yatıyor ama "ı ıh" kör olasıcalar onu çekemiyorlar. İtalya'da İMÇ gibi bir arena ve "kasete türkü çığırmak" gibi bir imkan olmadığı için çocuk ziyan oluyor. Derken eline bir fotoğraf makinesi geçiriyor, kırık dökük bir gazetede muhabirliğe başlıyor (1914). Şimdi onu Başkan Wilson, Churchill ya da Benito Mussolini'yle röportaja yollayacak değiller ya, başlarından defetmek için "git sen de oto yarışlarını takip et" diyorlar. Enzo "Grasias amirim" deyip mevzi alıyor. Başlangıçta yanından vızzzt diye geçen otomobillerin resmini çekmekte zorlanıyor, "nerden düştük bu işe birader" diye dertleniyor. Ancak zamanla iş sarmaya başlıyor, hani esas oğlanlar gündüz okuyup gece çalışırlar ya, o tersine gündüz haber kovalıyor gece mektebe takılıyor. Gel zaman git zaman tinerci gibi egzoz tiryakiliği başlıyor, toza toprağa bulanmasa, motor gürültüsü duyamasa huzursuz oluyor. Modena'daki bir modifiye firmasında iş bulunca gazeteciliğe veda ediyor. Enzo maalesef iyi bir talebe olamıyor, derslerden taka taka "taktırname" alınca kendini kapının önünde buluveriyor. Sen misin mektepten atılan, onu apar topar askere alıyorlar. Komutan, er Enzo'yu karşısına çekip "sen neye yararsın" diye soruyor. Bizimki babasının dökümhanesinden girip, yarış arabalarından çıkıyor, aldığı teknik eğitimleri bir bir sıralıyor. "Hani istenirse arazi araçları dizayn edebilirim" şeklinde tüyo veriyor. Komutan onu dikkatle dinliyor ve mesleği ile "çok alakalı" bir iş buyuruyor. Artık Enzo'nun ömrü günü ordunun "katırlarını nallamakla" geçiyor. Ahırlarda yata kalka yakalanmadık hastalık kalmıyor. Bakıyorlar oğlan kötü, gösterdiği yararlıklardan dolayı teşekkür edip terhis belgesini uzatıyorlar. Tabiri caizse "git başka yerde geber" diyorlar. Enzo 1. Cihan Harbini bu yarayla atlatsa neyse ama çok geçmeden babasıyla kardeşinin ölüm haberini alıyor ve (şimdi biraz abartalım) "ah ülen ah" deyip duvarları yumrukluyor. Parasızlık, pulsuzluk, çulsuzluk derken tekrar okumayı düşünüyor ancak savaş kolay mı? Altında çalışacak sokak lambası bile bulamıyor. Ekmek arası az makarnayla nefis körletmekten bağırsakları kuruyor. Enzo'nun annesi, oğlunun (o günlerde üretime devam eden nadir fabrikalardan biri olan) FIAT'ta çalışmasını çok arzuluyor, ancak Sinyor Agnelli bir türlü "si" demiyor, adamın derdi kendine yetiyor. FIAT kapılarından üzgün, süzgün ve büzgün olaraktan ayrılan Enzo üçüne beşine bakmadan Torino'daki bir motor modifikasyon firmasına kapağı atıyor. Getir götür işleri derken işe gelmeyen bir test pilotunun yerine direksiyona geçiyor. Ama bir geçiyor, pir geçiyor, rakiplerini toza dumana boğuyor. İşte bu performans Alfa Romeo takımının gözünden kaçmıyor. Enzo Ferrari, 1923 yılında Alfa'yla ilk şampiyonluğu kazanıyor. Ödülünü Kontes Paoline Baracca'nın elinden alırken, saygıdeğer hanımefendilerin güzel kızı Laura'ya Klarkvari bakışlar fırlatıyor. Laura'nın penceresinin dibinde serenatlar atıyor mu, evine çiçekler yolluyor mu bilmiyoruz ama bir fırsatını bulup kızın önüne çıkıyor ve bariton sesine en duygulu tonları yükleyip tek kelimeyle "benimlevlenirmisinnnlaura" diyor. Kız elbette kalkıp kollarına atılmıyor ama "hayır" da demiyor. Neyse görücüler, bakıcılar derken "söz, nişan olayına" giriyorlar. Bohçalar taşınıyor, dedikodular ediliyor, nihayet Laura'yı "evinin avradı" yapıyor. Bu evlilikten Dino adlı minimini bir oğulları oluyor ama mutlulukları perçin tutmuyor. Sabahlara kadar viyaklayan veled yüzünden ikisi de balataları sıyırıyor!.. Laura "bizimki kont sülalesi, beni ne doktorlar mühendisler istedi gitmedim" diye sızlanmaya başlıyor. İtalyan filmlerinde gururu kırılan jönler teselliyi şişede ararlar ama Enzo saçlarını limonla tarayıp maça yapıyor, aynadaki sıfatına bakıp "sana kız mı yok" diyor, elini sallasan ellisi muhabbetlerine giriyor. Gözü dışarda Ve aradığını buluyor... Lina adlı safdil bir kızı ayartıyor. Bu dilber 19'una henüz giriyor ve kafasında kavak yelleri esiyor. "Bak kızım bu herif hem evli, hem de çocuklu ayağını denk al" diyenlere aldırmıyor, neticede karnı burnuna değiyor. Ancak Enzo ondan tez bıkıyor, "tak sepeti koluna herkes kendi yoluna..." deyip zavallının dünyasını yıkıyor. Fakir ama onurlu (nesebi gayri sahih veledi peydahladıktan sonra onuru biraz zedeleniyor ama) bir kız olan Lina kan tükürüyor "kızılcık şerbeti içtim" diyor, acılarını yüreğine gömüyor. Lina, yumuk elli bebeğine "Piero" adını veriyor. Bu çocuk genç kadının biricik yoldaşı, sırdaşı oluyor, artık sadece onun için yaşıyor, uğruna saçını süpürge yapıyor...