Câbir bin Abdullah Medine'de doğar. Babası Abdullah bin Amr Mescid-i Kıbleteyn'in bulunduğu mevkiin yani Beni Seleme kabilesinin melikidir. Annesi Enise bint-i Aneme, Efendimiz'e inanmakla şereflenen şanslı hanımlardan biridir. Câbir canayakın bir çocuktur. Onu herkes sever ama amcası başka sever. Yaşı küçük olmasına rağmen yanına alır, civar şehirleri gezerler. İşte Mekke'ye, Mecenne panayırına geldikleri günlerden birinde Mina kayalıklarından kalabalığa seslenen biri dikkatlerini çeker. Söz konusu mübelliğ çok fasih konuşur. Elbisesi kardan beyazdır, siması nur gibi parlar. Hüzünlü görünür, ama yüzünde güller açar. Sesi yumuşacıktır, çok bağırmaz ama onu herkes duyar. Bu sevimli davetçi ciddiye alınacak şeyler söyler, ayı, güneşi, yıldızları yaratan ve yarattıklarına benzemeyen bir Allah'tan bahseder, O vardır, birdir, kullarını görür ve duyar. Sonra ana baba hakkından, kul hakkından, hayvan hakkından söz açar. Câbir bin Abdullah dikkat kesilir vaktin nasıl aktığını anlayamaz. Sahi bu güzel çağrıya uymak için ne yapmalıdırlar? Sorusunun cevabını alamaz zira Kureyşli müşrikler arsız arsız yaklaşır, onu ensesinden tutup kenara savururlar. "Haydi ufaklık işine, bu yalancıyı dinleme!" diye bağırırlar. Câbir tam "Hayır!" demeye hazırlanıyordur ki amcası usulca elinden tutar, parmağını dudağına götürüp "sus" işareti yapar. Onlara bulaşmadan uzaklaşırlar. Arkalarından iğrenç naralar atılır. Alaylar... Kahkahalar... Kimdi o? Bir kuytuya çekilince Cabir, amcasına sorar: "Kimdi o?" -Adını bilmiyorum, ama asil biri. -Rahat bırakmadılar ki dinlesek. -Sorma. -Sen ne anladın, peki? -Yeni bir dinden bahsediyor. Fuhşun, kumarın, faizin, yalanın olmadığı bir dinden. Ebeveyne itaattten, mahlukâta şefkatten... -Bence doğru söylüyor. -Bence de ama n'olursun sus artık. Kureyşlilerin arasındayız ve görüyorsun ki ondan hoşlanmıyorlar. Câbir radıyallahu anh'ın kalbine ılık ılık bir şeyler akar. Bu nasıl bir aşktır bilinmez, çeşitli bahanelerle Ukaz, Ukdağ panayırlarına da koşar (Medine-Mekke 500 km.) ve gözleri hep O'nu arar. Nitekim Akabe'de biat eden Medineliler arasında yerini alır ki, onu henüz çocuktan sayarlar. Hazret-i Cabir, Efendimiz'in Medine'ye hicretleriyle kuş olup uçar. Yüce Server'in eşiğinden ayrılmaz. Taşların, otların, ağaçların Resul-i Ekrem önünde eğildiklerine şahit olur, verdikleri selâmları duyar. Bedir harbine saka olarak katılır, bu yüzden onu da Eshab-ı Bedirden sayarlar. Genç mücahit Uhud savaşında da meydana çıkmak ister. Ancak âlemlerin Efendisi onu bir başka vazifeyle Medine'ye yollar. Hazret-i Cabir bu zor muharebede babasını kaybedince (Uhud Savaşı'nda şehit düşen ilk sahabe) kanadı kırık kuşa döner, geçim derdini omuzlamaya bakar. Halbuki Rahmetli babasının gölgesi yetmiştir onlara. Şimdi yedi küçük kız eline bakar ve bir yaşlı ana... Alacaklılar kapıda Nur içinde yatsın babasından bir hurma bahçesi kalır ama alacaklılar kapıya dayanırlar. Öde öde borç bitmez, elde avuçta tek dirhem kalmaz. Müslümanlarla anlaşmak kolay olur ama Yahudiler geri adım atmazlar. Bizzat Efendimiz kefil olurlar, yine de mühlet tanımazlar. Server-i Kâinat bu genç sahabeyi ferahlatmayı çok arzular ama o miktarda paraları bulunmaz. Olacak bu ya, o sene mahsul çok zayıftır. En namlı bahçelerden dişe dokunur bir şey çıkmaz. Efendimiz genç mücahide hurmalarını toplamasını söyler ve bizzat bahçeye gelip, "Alacaklılarını çağır!" buyururlar. Câbir radıyallahu anh hepsini çağırır. Efendimiz o ufacık öbekten ölçek ölçek verirler ama bir azalma olmaz. Hazret-i Ömer mânâlı mânâlı gülümser, "Vallahi! Bunun böyle olacağı başından belliydi!" der. Sahabeler aşk ile tekbir getirir, hem güler, hem ağlarlar. Ancak genç sahabenin imtihanı sürer. Babasının ardından annesini de kaybeder. Yedi küçük kız kalır mı başına. Evet gençtir, yakışıklıdır ama o, emsaliyle değil, himayeye muhtaç ve yaşlı bir dul ile (Süheyl bint-i Mesûd) evlenir. "Şu kızcağızların elbiselerini yıkasın, saçlarını tarasın yeter" der, "annelik yapsın, onlara." Efendimiz bunu duyunca çok duygulanırlar, "İsabet ettin" buyururlar. Hazret-i Cabir bir sefer esnasında parasız kalır, ister istemez devesini satılığa çıkarır. Efendimiz söz konusu deveyi satın alır ve hediye olarak yine ona bağışlar. O cılız deve nasıl güzelleşir, nasıl güçlenir anlatılamaz. Serveri Kâinat genç mücahidi ne bineksiz, ne de parasız koyar, üstelik hayır duada bulunurlar. İşte tarihçiler o bereketli geceyi "deve gecesi" diye anarlar.