Dün Hacivat hakkındaki rivayetleri sıralamış, onun ne duvarcı ustası, ne de Osmanlı paşası olamayacağını anlatmıştık. Karşımıza zaman zaman Hacı İvaz ve Hacı Evhad adıyla çıkan "ilmiye sınıfından" bir zat vardır ama hakkında belge bilgi bulunmaz. Gelelim en son ve en mantıklı rivayete... Mısır'ı fetheden Yavuz, Memlûkluların perde üzerinde gölgeler oynattıklarına ve Kahirelilerin gülmekten kırıldıklarına şahit olur. Bu gösteriyi oğlu Süleyman'a da (Kanuni'ye) seyrettirmeyi çok arzular. Zıll-i hâyâl sanatkarlarından birini alır peşine takar, getirip sarayda perde kurarlar. İstanbullular bu oyunu pek tutar, kendilerinden de çok şey katarlar. Öncelikle patavatsız Karagöz'le, çelebimeşrep Hacivat'ı tokuştursalar da hikaye onları da aşar, sağa sola taşar. Yeri geldikçe Çerkez halayıkı, Çingene çiçekçiyi, Susamcı zenciyi, Çelebiyi, Tiryakiyi, Bebe Ruhi'yi, Baba Himmet'i, Bolulu Aşçıyı, Harputluyu, Efe'yi, Zeybeği, Mestan'ı, Hüsmen Ağayı, Acem'i, Laz'ı, Arnavut'u, Frenk Hekimi, Bezirgan Yahudiyi, Boşnak Gaziyi, Tuzsuz Deliyi perdede ağırlar, mevzuya çeşni katarlar... ? Ayrı kutuplar Karagöz mektep medrese görmemiş bir halk adamıdır, sokak ağzı ile konuşur, lafın nereye gideceğine bakmaz. Adı gibi gözü de karadır, her işe atlar ve başı dertten kurtulmaz. İşi gücü Hacivat'ın ağdalı sözlerini alaya almaktır, lâkin sıkıştıkça yine ona koşar. Evet, Karagöz çam devirir, kırar döker, yarar ama asla "paragöz" olmaz. Hacı Evhad ya da Hacı İvaz (bu sondaki harf dattır) ise Arapça, Farsçaya hakimdir, tumturaklı tamlamalarla konuşur, basit mevzularda bile edebiyat yapar. Tahsillidir, çok şey bilir lâkin Karagöz'e laf anlatamaz... Dünya hayal Doğrusu onları etten kemikten düşünmek ölümlerini de kabulü etmeyi gerektirir ki bize uymaz. Karagöz ve Hacivat hayal oldukları için her kalıba girer, uzun yaşarlar. Bu oyun hususiyetle Ramazan-ı şerif ayında revaç bulur, meraklıları kıraathanelere koşar. Düğün, doğum, sünnet cemiyetleri Karagöz Hacivatsız olamaz. Ustası çanak içine pamuk ipliğinden dört parmak kalınlığında bir fitil kor, zeytinyağı, beziryağı ya da susamyağıyla kandilini yakar. Oynatma değnekleri gürgenden kesilir, perde olarak bir kulaç tülbent ya da beş karış mermerşahi yeter de artar. Karagöz tek bir sanatçının gösterisidir, onlara "hayalbaz" denir. Sadece figürleri oynatmakla kalmaz, seslere de hükmeder, on ayrı kahramana on ayrı şive uydururlar. Bazen çırak kullandıkları da olur, ki bunlar sandıkkar, yardak ya da dayrezen adıyla anılırlar. Gün gelir oyun kalabalıkları sarmaya başlar, hatadan korkanlar müftülere koşar "dinen bir mahzuru olup olmadığını" sorarlar. Şeyhülislam Ebussuud Efendi hayal oyununu ibret gözüyle seyretmenin cezayı gerektirmeyeceği yolunda fetva verir ve sanatlı bir dörtlükle Rayetu hayâl al-zılli ekbera ibrâtın Limen huva fi ilmil-hakikatı râkı Şuhusun ve eşbahun temerru ve tankadî Vatefna serian vel-muhariku bakî (Hayal oyununda hakikat ilmine dair ibretler gördüm. Şahıslar ve kalıplar gölge gibi gelip geçiyor, ancak hareket veren baki kalıyor) buyururlar. Sarayın himayesinde Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde bazı Karagöz sanatçıları Mızıkayı Hümayun uhdesine alınır, maaşa bağlanır. Ki bunlar boş adamlar değildir. İçlerinde tekkelerden (Şeyh Fehmi Efendi, Müştak Baba), medreseden (Darphaneli Hafız Efendi, Hafız Mehmet), Enderundan (Enderunlu Hakkı Bey, Tevfik Efendi), hattatlıktan (Katip Salih Efendi), cerrahlıktan (Salih Efendi) ve esnaflıktan (Yorgancı Abdullah, Püskülcü Hüsnü, Kantarcı Hakkı, Hamamcı Süleyman, Yemenici Andon, Çilingir Ohannes) gelen ilim ve sanat sahipleri vardır. Zaten bu iş bir meslek değil, meşgaledir. Boş zamanları değerlendirir bir nevi stres atarlar. Çivisi çıkınca Osmanlının son yıllarında bu sanat, ehil ellerden çıkar, ucuz adamlar günlük siyasete payanda olurlar. Kalite gitgide düşer, sulu ve soğuk espriler yaparlar. Bir zamanlar ibretli konuşmalara yer veren, hatta inceden tasavvufi mevzulara dalan karagözcüler edepsiz ve pervasız olur, iyice cıvıtırlar. Derken canbazlar, curcunabazlar, köçekler, kantocular... İbadetle geçirilmesi gereken ramazan-ı şerif gecelerinde yozlaşma artar, Direklerarası'nın çivisi çıkar. Efendim tiyatro sinema filan... Yok hayır hayır, Hacivat-Karagözcüler teknolojiye yenilmez, kendilerini yenileyemez, çağa ayak uyduramazlar... Bayat bayat esprilerle, vay vaylı, vıy vıylı senaryolarla can sıkarlar. Çocuklar bile ilgilenmeyince ister istemez tezgâhı toplarlar. Son çekilen ağzı bozuk film ise hepten tüy diker, ecdada hürmetkâr yaklaşanları derinden yaralar. Hasılı yıkarlar perdeyi, eylerler viran...