Hem sosyolog hem coğrafyacı İbn-i Fadlan

A -
A +

İbn-i Fadlan uzak kuzeyde hiç rast gelmediği atmosfer hadiselerine şahit olur. Mesela yatsıyı kılıp çadırdan çıkar, hava ansızın aydınlanıverir güneş doğar. Müezzine sorar "sen biraz evvel hangi ezanı okudun?" - Sabahı - Peki yatsı? - Ona vakit kalmıyor, akşamın ardından kılıyoruz ancak yetişiyor. İdil Bulgarı öyle ihlaslıdırlar ki namazı kaçırırız endişesi ile aylarca uyumazlar. Bu coğrafyada geceler kararmaz, ufukta tatlı bir kızıllık parlar o kadar... Öyle ki bir ok atımı mesafeden birbirlerini tanırlar. Kutba yaklaştıkça gün gece oranı iyice bozulmaya başlar. Güneş eflatun gökte kaybolur, pembe bir bulut gibi doğar. Neyse baharla birlikte ortalık yeşillenir ve sayısız yılan çıkar. Ne bunlar insanlara dokunur ne de onlara insanlar. Acaip ve garaip Seyyahımız zaman zaman görülmedik duyulmadık hadiselere şahit olur, mesela insanları tehdit ettiği için öldürüldüğü söylenen bir devin iskeletiyle karşılaşır ki parmakları bilek kalınlığındadır, kafatası kışla kazanını andırır. Yine bir gece mümin ve kâfir cinlerin meydan savaşı yaptıklarına şahit olur. İbn-i Fadlan çok şaşırır ama yerliler alışıktırlar. "Bu savaş yıllardır sürüyor, zaman zaman kapışırlar" der umursamazlar. İbn-i Fadlan Bulgarların anlattığı tek boynuzlu öküzleri de görmek ister ama nasip olmaz. Anlatılanlara bakılırsa hayvan çok güçlüdür, boynuzunu taktığını havalara atar. Sahi bahsi geçen hayvan gergedan olabilir mi? Yoksa tanımadığı türler mi var? Seyyahımız zaman zaman tabiplik de yapar, bildiklerini paylaşmaktan zevk duyar. Ülke bolluk bereket içindedir, ormanlar petek petek bal kaynar, şöyle bir dolaşan küfeyle fındık toplar. Av hayvanı desen aramadığın kadar. Düşünün hükümdar, çadırında bin kişi ağırlar. Bulgarlar, erkek çocukları dedesine verir, mirası kardeşlerine bırakırlar. Çadırına yıldırım düşenin "gazaba uğradığını" sanırlar. İbn-i Fadlan bunların doğrusunu öğretir, anında kabul ederler, kimseden itiraz çıkmaz. Sarhoş Ruslar İbn-i Fadlan İdil kıyılarında panayıra gelen Rusları da dikkatle tetkik eder, notlarına katar. Bunlar boylu poslu, akça pakça, sarışın gürbüz insanlardır. Bellerinde iri baltalar taşır ve vücudlarına dövme yaparlar. Kadınlar yarı çıplak dolanır, mutlaka bir gerdanlık taşır, göğüslerini "hukka" denilen metal kapaklarla kapatırlar. Güzel bir ırk olmalarına rağmen pistirler, domuz yer ve ağır kokarlar. İçer içer sızar, nadiren ayılırlar. Kadınlarıyla milletin içinde yatar kalkar, kuldan da utanmazlar. Suyla barışık değildirler ancak sabahları hancı kadın leğen içinde su tutar. Sırayla yüzlerini yıkar, ağızlarını çalkalar, burunlarını sümkürtüp kaba atarlar. Sonra ardındaki aynı suyla aynı işleri yapar. Su katran kesilir, bilerek değiştirmez bunun kirlisini "makbul" tutarlar. Henüz putperesttirler, ticaretleri yolunda gitsin diye totemlere hayvan adarlar. Hastaları bir başlarına arazide bırakırlar. İyileşip de dönerse ne ala, yok dönmezse çadırıyla birlikte yakarlar. Gerçi hastalanmadan ölenleri de yakar, bunun için süslü bir kayık yapar, nadir kumaşlarla donatırlar. Canlı canlı paraladıkları sığırları, atları, horozları tekneye atarlar. Cariyelerini kenara çeker, "mevtayla cennete gitmek isteyen hanginiz" diye sorarlar. İçlerinden biri öne çıkar, ona kraliçe gibi davranır, allı morlu giydirir, nebiz (şarap) içirip aklını başından alırlar. Sonra kızı bir çadıra kapatırlar, ölünün akrabaları peş peşe çadıra girer, zavallıya bayıltasıya tecavüz eder canını çıkarırlar. Çığlıkları duyulmasın diye dışarıdakiler sopalarla kalkanlara vururlar. Korku filmi gibi Nitekim ihtiyar ama atletik cadılar çadıra girer kızı doğrar. Onu da ölünün yanına (tekneye) atar ve çatır çatır yakarlar. Ezkaza rüzgâr çıkarsa çok sevinir, "bak tanrı yanına aldı" diye bağırırlar. İbn-i Fadlan gördüğü sahneden çok müteessir olur, halbuki Ruslar bunu çok tabii karşılar. Rus Knezinin 400 fedaisi vardır, bunlar tahtın etrafında bulunurlar. Taht dediğiniz büyücek bir platformdur üzerinde kırk tane kız hizmete koşar. Fedailer yer içer savaşır, açıkta çiftleşir, hayvan gibi yaşarlar. Yüreği ve damarı olan her canlının kanını akıtırlar. Prens asla tahttan inmez def-i hacetini bile orada giderir, saklanma ihtiyacı duymaz. Knez ayağını toprağa basmadan atına biner, hayvanı yine tahtına yanaştırdırlar. Devlet işlerini vekilleri görür o sadece keyfine bakar. Hasılı Abbasilerin astronomide tıpta mimarlıkta zirve olduğu yıllarda adamlar cilalı taş devrini yaşar. İbn-i Fadlan'ın seyahatnamesinin kopyaları çoktur ama aslı Meşhet'teki, İmam Ali Rızâ hazretlerinin kütüphanesinden çıkar (1923). Batılı araştırmacılar bu kaynaktan çok yararlanırlar. Onüçüncü Savaşçı Antonio Banderas ve Ömer Şerif'in oynadığı "13'üncü Savaşçı" filmi İbn-i Fadlan'dan yola çıksa da Hollywood hadiseleri kendine göre yorumlar, soluk soluğa macera kovalar. Bu fantastik serüvende büyücüler müyücüler vardır, Banderas rolünü mahirane oynasa da İbn-i Fadlan'ı anlayamaz ve anlatamaz. Abuk efsaneler... Büyüler, tılsımlar, canavarlar... Ve oralarda ne aradığını anlayamadığımız Vandallar... Ne Abbasi halifesi ne Müslüman olan Hakan... Parasıyla değil mi film şirketi öyle istemiş. Biz doğrusunu çekemediğimiz sürece susacağız. Diyecek sözümüz mü var?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.