Hendek önünde Hazret-i Ali

A -
A +

Medine... İnsan eliyle kazılan cılız hendeğin ardında bir avuç Müslüman. Sahrada atlar, odlar, çadırlar.... Alay alay, tugay tugay düşman. Fahr-i âlem ve sadık eshabı ne yılar ne yıkılırlar. Şehirlerini tam bir ay (geceli gündüzlü) savunur, açlığa, susuzluğa ve ilik donduran soğuğa dayanırlar. Ki yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server açlığını yatıştırsın diye karnına taş bağlar. Sahabeler kâh Kuran-ı kerim kıraat eder, kâh coşkulu beyitler okur, direnişi diri tutarlar. Ve, beklenen vakit gelir, Mekke cihetinde bir gulguledir kopar. Defler, ziller, davullar... Kureyş ordusu yeri sarsa sarsa ilerler, rakkaseler müziğin ritmine ayak uydururlar. Muazzam kalabalık Medine'nin batısına demir atar, Necid kabileleri ise doğu cihetinde mevzi alırlar. Sonra ne düşünürlerse Uhud Ovası'nda toplanır ve hep birlikte şehre saldırırlar. Ancak bir hendekle karşılaşabileceklerini hesaplamamış olmalıdırlar, şaşırıp kalırlar. Bir geçit yeri ararken ok ve taş yağmuruna tutulur, çekilmek zorunda kalırlar. Medineliler bulundukları yer itibarıyla nispeten avantajlıdırlar. İyi de ne zamana kadar? Zülfikâr gibi kılıç O akşam bir toplantı yapan müşrikler, hendeğin zayıf bir noktasını bulmak ve hepbirlikte yüklenmek hususunda anlaşırlar. Nitekim ertesi gün kuşatma daralır ve içlerinden cengaverliği ile ün yapan birkaç süvari cins atlarıyla maniayı aşar. Bunlardan Amr bin Abdived çok hızlı kılıç kullanır, onu Hicaz havalisinde bileğinin gücü ile tanırlar. Zikredilen müşrik öne çıkıp da meydan okuyunca Hazret-i Ali ayağa fırlar. Ancak Resulullah Efendimiz elinden tutar, yanlarına oturturlar. Gelgelelim bu azılı kâfir "Hani şehitlerinizi bekleyen makamlar? Cennete gitmekten mi kaçıyorsunuz?" deyince Hazreti Ali tekrar ayaklanır, Resulullah Efendimiz bu kez izin verir, dahası kendi zırhlarını çıkarıp giydirir ve Zülfikarı beline bağlarlar. Sonra ellerini açar "Ya Rabbi" diye yalvarırlar, "Amcam Ubeyd Bedir'de, Hamza Uhud'da şehid oldu. Ali hem amcam oğlu, hem kardeşimdir, onu koru, beni onsuz bırakma!.." Ali gibi yiğit Amr, boylu poslu, cenkte pişmiş tecrübeli bir savaşçı beklerken karşısında gencecik bir fidan görünce sorar "sen de kimsin?" - Ali bin Ebu Talip! - Başkasını bulamadılar mı? Hadi git affettim. Babanla hukukumuz var, sana kıyamam! - Ama ben sana hiç acımam! Tek şartla bağışlayabilirim, Müslüman olursan! - Senin dilini kesmem gerekecek, al öyleyse kendini kolla! Amr, göz açıp kapayıncaya kadar kılıcını çeker ve öyle bir darbe vurur ki nasıl anlatıla. Ortalık çın çın çınlar, etrafa kıvılcımlar saçar. Hazreti Ali kalkanını kaldırır ama ortada kalkan malkan kalmaz. Sıçrayan metal parçaları yüzünü gözünü kana boyar. Herkes "bitti bu iş" derken Allahın Arslanı maharetini konuşturur ve Zülfikarı taaa kabzasına kadar Amr'ın böğrüne sokar. Kim umardı ki Azılı İslam düşmanı debelene debelene yuvarlanır, yerden deve sürüsü geçmişcesine toz kalkar. Müslümanlar tekbir getirirler, müşrikler sus pus olurlar. Meydandaki diğer Kureyşliler bir anda Hazret-i Ali'yi çembere alır, boşluk yakalamak için fırsat kollarlar. Bunlardan Dırar bin Hattab, Ali'nin (Kerremellahü vecheh) yüzünde ayan beyan ölümü görür (yıllar sonra o anı "sanki Azrail bana bakıyordu" diye anlatacaktır.) Allahın arslanı daha ilk darbede Hübeyre'nin kalkanını yırtar, Nevfel başına gelecekleri hissetmiş olmalıdır, kaçak oynar. Müminler elbette Hazret-i Ali'yi yalnız bırakmaz, yardımına koşarlar. Hazreti Ömer, bizzat Dırar'ı (zira kendi kardeşidir), Zübeyr bin Avvam ise Hübeyr'i kovalar. Nevfel fırsat bu fırsat deyip atını topuklar. Lâkin bu yana geçmeyi başaran at (gerilemediğinden olacak) öbür tarafa atlayamaz. Birlikte hendeğe yuvarlanırlar. Hazret-i Ali hendeğe iner ve onu da Amr'ın yanına yollar. Evet Müslümanlar ilk çarpışmadan galip çıkarlar ancaaaak... İhanete uğrayınca Ancak bu arada müşrikleri ayaklandıran Huyey, Kureyza oğullarının lideri Kaab bin Esed'in kapısını çalar. "Şu denizler gibi dalgalanan orduları görmüyor musun" der, "Kureyş'in ve Gatafânlıların en namlı kumandanları, en seçme muharipleri bizimle. Gel zaferin tadını çıkar, mağlupların yanında ne işin var?" Kaab "ama ahdim var, anlaşma yaptık" dese de aklına girer, gözünü boyar. Müslümanlar, yıllardır birlikte yaşadıkları Beni Kureyza Yahudilerinin ihanetine uğrayınca bir hoş olurlar. Korumaya çalıştıkları komşuları saf değiştirince iki ateş arasında kalırlar. Vaziyet hakikaten naziktir, münafıklar da fırsatı kaçırmaz, homurdanmaya başlarlar. "Muhammed Yemen'i, İstanbul'u vaad ediyor, San'a evlerinden, Medayin kasrlarından bahsediyor. Biz Tekfurun, Kisranın hazinesinden vazgeçtik, Medine elimizden gitmesin yeter" der, kin kusarlar. Efendimiz müteesir ama mütevekkildir, mübarek ellerini açar ve "Hasbünallah ve nîmel vekil" (Allahü teâlâ bize yeter, o ne güzel vekildir) cümlesine sığınırlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.