Hindistan'da insanlar sınıf sınıf ayrılır, yukarıdakiler bir elleri yağda bir elleri balda yaşar, alttakiler hayvan gibi kullanılırlar. Kast denilen bu yüz kızartıcı sistemde elbette tasnifi yapanlar (Brahmanlar) kendilerini sırça saraylara lâyık bulurlar. Onların bir altında Kısatriyalar (prensler ve askerler) yer alır, sonra Vaisyaslar ve Vikyalar (hayvancılık ve tarımla uğraşanlar), sonra Çudralar (işçiler, sanatkârlar) filan... Paryalar hesaba bile katılmaz, zaten insandan da sayılmazlar. Hindular tenasühe (yeniden doğuma) inandıkları için paryaların ilk hayatlarında uygunsuz işler yaptıklarını ve bedel ödediklerini sanırlar. Gelgelelim Gazneli Mahmud komutasında Hindistan içlerine ilerleyen Müslümanlar sınıf farkına aldırmadan herkesi kucaklayınca fırtına kopar. Hele İslam uleması "üstünlük sadece takva iledir, abid bir köle fasık bir beyden daha değerlidir" deyince yer yer yerinden oynar. Kast sisteminden nemalananlar perişan olurlar. Direnmek boşuna Hind racaları Sultan Mahmud'un ordusundan o derece yılarlar ki, mağlubiyeti peşinen kabullenir, direnmeden kapıları açarlar. Zengin ve mamur bir bölge olan Kanave'nın ardından Sirsavalılar da teslim olurlar. Bazen göz yaşartıcı sahneler de yaşanır mesela Bulendşehr Racası, Sultânın huzuruna çıkar ve "bizim ki iş değil" deyip Müslüman olmayı arzular. Gazneli Mahmud ile kırk yıllık dost gibi kucaklaşır, samimi kardeş olurlar. Sadece o mu? 10 bin adamı da İslâmı seçer, "vazife verin, dinimizi yayalım" diye yalvarırlar. Artık omuz omuza saf tutar, secdeye birlikte kapanırlar. Sultan Mahmud nusret-i ilahiyi iliklerine kadar hisseder, Cumne ile Ganj nehirleri arasında bütün devletçikleri (pek de zorlanmadan) sınırlarına katar. Rahatlıkla ezip geçebileceği şehirleri tahrip etmez, ileri gelenlerini çağırıp "İslam devletini" anlatır, teslim olanların malına mülküne asla dokunmaz. Hesapsız ganimet Ancak batılı yayanlara ve fitne çıkaranlara acımaz. Putları (ki bunlar ekseri altındır) kırar, parçalar, tapınaklarda ele geçirdikleri mücevherleri halka dağıtıp gönüllerini yapar. Hoş bunlar zaten bir şekilde yöre halkının hakkıdır, dile kolay garipler bir ömür ter döker, köle gibi Brahmanlara çalışırlar. 1020 yılında Kalincar, 1021'de Keşmir'i itâat altına alan sultan 16'ncı seferinde Somnat üzerine yönelir. Her yıl yüzbinlerce Hindu tarafından ziyâret edilen ve paha biçilmez yakutlarla bezenen putu yüz üstü yıkar, yanık sesli müezzinler tapınağın çatısında ezan-ı Muhammedi okurlar. Dokunanı yakacağına inanılan put, kendini bile koruyamaz, balyoz darbelerine karşı koyamaz. Rivâyete göre tapınaktaki ganîmetten sadece Sultân'ın payına düşen hisse (beşte bir) yirmi milyon dînârı aşar. Sultan Mahmud Hindli fukaralara avuç avuç para dağıttığı halde Gazne'ye milyonlarca dirhem gümüş, altmış bin esirle döner, ganimetleri beş yüz fil kaldıramaz. Muhteşem mozaik Sultan Mahmud'un ordusunda sadece Türkler yoktur, her memleketten gönüllü mücahidler toplar. Bunların tek arzusu İslâmı yaymak olduğu için fevkalade vakur ve ağırbaşlıdırlar. I'lay-i Kelimetullah için durup dinlenmeden çalışırlar. Bu asil insanlar taşıdıkları Tevhid bayrağının şanına yakışmayacak hareketlerden kaçar, kul hakkından çok korkarlar. Gazne ordusundaki Türk, Afgan, Fars ve Arap askerleri Hintlilerle kaynaşır, mahalli lisanları da kaparlar, gün gelir ortaya hepsinin anladığı ortak bir dil (Urduca) çıkar. Yemekler, kıyafetler, adetler, ezgiler ve mimari karışır, kültür zenginliği göz kamaştırmaya başlar. Gazneli Mahmud, ceng mektebinde pişen bir alperendir, kalabalık orduları sevk ve idârede zorlanmaz. Her iklim ve her coğrafyaya ayrı plan uygular. Onca askere malzeme yetiştirir, karınlarını doyurur ve haberleşmeyi sağlar. Hindlilere karşı tâlimli okçuları kullanır, Büveyhîleri ise fillerle ezer atar. Tam kırk beş yılını savaş meydanlarında geçiren Sultan Mahmud önce istişare yapar. "İnşallah" deyip yola koyulur, "Bismillah" deyip işe başlar, "Ya Allah" deyip ortaya çıkar. Eh buna denecek tek söz kalır: Maşallah! Oğlum da olsa Meşhurdur.... Kimsesiz ama boylu poslu, kaşlı gözlü bir kadın, sultana gelip şikayette bulunur. Adamın biri sarkıntılık yapmakta, gece evine girmeye çalışmaktadır. Sultan Mahmud yanına vezirini (Kadı İyad) alır, kadının evini beklemeye başlar. Bir gece, iki gece derken beklenen mütecaviz damlar. Önce kapıya dayanır, olmadı pencereyi zorlar. Sultan içinden "pervasızlığın bu kadarına da pes yani" der, "kimseden çekinmediğine göre bizim çocuklardan biri olmaya!" Önce kandili söndürür, sonra çeker kılıcını, başlar savurmaya. Adam yığılınca kadından bir bardak su ister ve kana kana yudumlar. Kadın "anlayamıyorum yani" der, "madem kılıç sallayacaktın odayı neden kararttın, hem ortalık kan kasavet iken su içmenin ne mânâsı var?" Kandili söndürdüm zira sizi bizar eden oğlum da olsa öldürmeliydim, su içtim çünkü şikayet ettiğiniz andan beri yiyemez içemez olmuştum, inanın ağzım dilim kurudu.