Tekirdağlı Mehmed (sonradan Namık adını alır) küçük yaşta anasını kaybeder, çocukluğu Vali dedesinin yanında geçer, seyisler aşçılar beyzademizi çok şımartırlar. Abdüllatif Paşa sürekli dolaşır, bu yüzden torununa düzenli bir eğitim aldıramaz. Bir Kars'a, bir Sofya'ya gittiği için zavallının arkadaşı olmaz, kovalamaca yakalamaca oynayamaz, aşık atamaz. Konaklardan çıkmaz ki insanımızı tanıya... Akranları dirsek çürütüp, ter dökerken, o paraşütle zirvelere konar. Henüz sakal tıraşı olmadan "Tercüme odası" gibi cazip bir mevkide işe başlar. Delikanlı yıllarında takıldığı Encümen-i şuarâ'da Batı hayranı isimlerle (bilhassa Leskofçalı Gâlib) düşer kalkar, halktan iyice kopar. Yaşı 20'ye bile gelmeden köşe sahibi olur, Tasvir-i Efkâr'da bu güngörmüş millete nasihate kalkar. Bir meşrutiyet sakızıdır çiğner durur, Reşid'in cilalı sözlerini kırpar kırpar, yıldız yapar. Firari şair Şinâsi, Paris'e kaçınca gazete ona kalır, ancak Namık Kemal dengeleri gözetecek kadar muvazeneli değildir. Geçimsizdir, asabidir, kavgacıdır, fikri zikri muğlaktır. Neyi savunduğu neye sataşacağı belli olmaz, mütefekkirlikten ziyade münekkitlik yapar. Fransız dergilerinden apardıklarını ona buna satar. Evet bu da bir yoldur ama eğitimsiz biri, felsefe, ekonomi ve sosyoloji üzerine yazılan makalelerden ne anlar? Kaldı ki lisanı cılızdır, okuduklarından "olsa olsa methoduna göre" mana çıkarmaya çabalar. Namık Kemal Fransız romantizminden çok etkilenir, bu muhabbet gözünü kör eder, "illa Avrupa" diye haykırmaya başlar. Yazılarına bakarsanız onun vatan, millet, hürriyet gibi değerleri savunduğunu sanabilirsiniz ancak Avrupalıya göre millet "bir kan ve kafatası" meselesidir. Osmanlı ise milletten "dini, imanı, ortak tarihi" anlar. Namık Kemal fikir çilesiyle yoğrulmaz, kendine has bir düşünce koyamaz, sadece "istemezük" der ki, devrimciler umumiyetle bunu yaparlar. Hırslıdır da... Gözünü yukarılara diker, bu yüzden mason olmaktan kaçınmaz. O günlerde İtalyan Karbonari teşkilatı gibi örgütlenen Jön Türkler gizli gizli ihtilale hazırlanırlar. Bizimki, Jönlerin yanlışlarında bile hikmet arar, yasa dışı faaliyetlere çanak tutunca hakkında takibat başlar. Bu mu vatan? Gazetesi kapatılır ama içeri tıkılmaz. Hatta, paşa dedesinin hatırına Erzurum Vali Muavinliğini sunarlar. Doğrusu sığ, çapsız ve donanımsızdır, devlet tecrübesi bulunmaz. Resmi dairelerin hademeleri bile Namık'ı ceplerinden çıkarır, tersinden okuturlar. Halbuki bu vazifeyi kabul etse çok adam tanır, çok hadise yaşar, olur ya belki ayakları yere basar. Ama o serüven arar, dudak uçuklatan servetiyle tanınan Mustafa Fâzıl'ın (tescilli bir devlet düşmanıdır) vaadlerine kanar, postu Paris'e atar. Düşünün vatan vatan diye yırtınan ve adı "Vatan Şairi"ne çıkan bir adam vatanından kaçar. "Sanat halk içindir" diye tepinen paşazade gider Fransız halkına sanat yapar. Paris'te Ziyâ Paşa ve ihtilalci terörist Ali Süâvi'yle birlikte Muhbir gazetesini çıkarırlar. Yazdıkları aşırı cümleler Fransız hükümetini dahi rahatsız edince Londra'ya sıvışır, 'Hürriyet' çatışı altında Osmanlıya sataşırlar. 1870'te İstanbul'a dönen ahbap çavuşlar İbret Gazetesinde buluşurlar. O dönemi anlamak kabil değildir, devlet düşmanları hassaten ödüllendirilir. Namık da mutasarrıf olarak Gelibolu'ya gönderilir. Burada n'apar, kimin damarına basar, bilmiyoruz ama azledilir. Tekrar İstanbul'a avdet eder İbret'in başına geçer, bu arada piyesler yazar. Adı sürgün Duymuşsunuzdur, Güllü Agop'un tiyatrosunda oynanan Vatan Yahut Silistre'nin ardından nümayiş çıkar. Ortalık karışınca Magosa'da mecburi ikâmete yollanır. Kıbrıs'ta 38 ay kalır, müsveddelerine vakit ayırma şansı yakalar. Namık, Osmanlının nesi varsa karşıdır. Türk Edebiyatından da hoşlanmaz, roman, piyes, biyografi gibi bize has olmayan türlerde kalem oynatır. Lakin şiirde klasikçidir, gençlere hece veznini tavsiye etse de kendisi aruzdan şaşmaz. Divan tarzında yazdığı birkaç güçlü şiirle şöhreti yakalar. Hüseyin Avni Paşa, Abdülazîz Han'ı katledince tekrar İstanbul'a koşar, Tanzimatçılar onu zafer kazanmış kumandan gibi karşılarlar. Abdülhamîd Han kavgadan nizadan hoşlanmaz, icabında muhalif isimlere de mevki verir, oyalamaya bakar. Nitekim Namık Kemal'i (Hukuk fakültesinin önünden geçmemesine rağmen) Şurâ-yı devlet (Danıştay) üyesi yapar ve Kânûn-i Esâsî'yi (Anayasayı) hazırlayacak komisyona sokar. Ancak şairimiz bulunduğu makamın ağırlığını kaldıramaz, liseli gençler gibi militanlık yapar. Ulu Hakan onu, beş bin kuruş maaşla (çok iyi para) Midilli Adasına yollar, ardından Mutasarrıf yapar. Ancak şairimiz ada halkını canından bezdirir, şikayet dilekçeleri dosyalara sığmaz. Onu Midilli'den alır Rodos'a oturturlar. Yakışıklı Mutasarrıfımız Rodos ve bilahare Sakız halkını da usandırır, ölür de kurtulurlar. Asla rücu Namık Kemal çocuk ruhludur, tez heyecanlanır, kolay kandırılır. Dostluğuna güvenilmez, kimi kime jurnalliyeceği belli olmaz. Düşmanlığından da korkulmaz, zira sıkışınca geri adım atar. Sultanının ufacık bir iltifat ve ihsanı karşısında her şeyi unutur, yakınları onu tanıyamaz olurlar. Şiirlerinde, devlet hizmetinde çalışanları "insafsız avcının köpeklerine" benzetse de, o kapıdan maaş alır. "Bab-ı hükûmetten izzet ü ikbal ile çekilmeye" yanaşmaz, tabiri caizse tükürdüğünü yalar. Namık Kemal, son yıllarında şanlı devirlere dönme ihtiyacı duyar. Evrâk-ı Perişan'da Selâhaddin Eyyûbî, Fâtih ve Sultan Selim'den sitayişle söz açar. Tiryâki Hasan Paşayı anlatan Kanije ona keza... Eğer ciddi bir eğitim alabilse, hedef ve istikamet tutturabilse, bir kahraman olabilir ki, bu millet, o devirde, böylesi bir sese gerçekten ihtiyaç duyar. Ne yazık ki Namık Kemal'in dillendirdiği haklar, sadece düşmanlara yarar. Batılılar Osmanlı Devletini parçalar, topraklarımız üzerinde onlarca devlet kurarlar. Türklere yalnız Anadolu kalır. Hürriyetçiler kına yakarlar.