Anlatmıştık Server-i âlem nurlu hicretlerini Hazret-i Ebû Bekir ve Süheyb-i Rûmî ile yapmayı arzularlar. Ancak işaret gelince Mekke'den acilen ayrılmak zorunda kalırlar. Vaziyet naziktir, Süheyb (Radıyallahu anh) gündüz göze batmaz, işine gücüne bakar, gece el ayak çekilince devesini hazırlar. Kureyşli müşrikler neden sonra uyanır, atlanıp pusatlanıp peşine takılırlar. Süheyb karşılarına çıkar, yayını gerer. "Bilirsiniz iyi ok atarım" der, "birazdan bazılarınız yaşamıyor olacaklar!" -Sen bu serveti Mekke'de kazandın, şimdi alıp Medine'ye götürmen reva mı? -Derdiniz mal ise mesele yok, alın hepsi sizin olsun. Hatta sakladıklarımın da yerini söyleyeyim, yeter ki mani olmayın bana. Kârlı alış veriş Bir Müslümanın yalan söylemeyeceğini onlar da bilir, razı olurlar. Bedavadan mal aparmak varken, vuruşmayı göze almazlar. Hazret-i Süheyb, Efendimize ancak Kûba köyünde ulaşabilir, yorgun ve bitkindir. Efendimiz onu görünce "Ya Ebû Yahya alışveriş kârlı oldu" buyururlar. Başından geçenleri kimseye anlatmadığına göre Cebrail Aleyhisselam haber vermiş olmalıdır. Müjdeye bak. (Müfessirler Bakara suresinin 207'nci ayeti kerimesinin bu hadise üzerine nazil olduğunu yazarlar.) O devirde çöl geçmek kolay değildir, açlık susuzluk neyse de gözler kavurucu sıcağa, parlayan zemine ve toz yüklü rüzgâra dayanamaz. Süheyb'in bir gözü gerçekten perişandır, âdeta çeşme lülesi gibi akar. O devirde Arablar taze hurmanın göz ağrısını artırdığına inanırlar. İyi de, ev sahibi birkaç salkım taze hurma getirmesin mi? Serin suyla, yıkanmış dipdiri, tadı renginde aşikâr hurmalar... Ki Medineliler bu çeşidi çok tutar, Ümmü Cizran adıyla anarlar. Süheyb'in gerçekten ihtiyacı vardır, birer ikişer yemeye başlar. Hazret-i Ömer takılır: "Efendim bakın hem gözü rahatsız, hem de taze hurma yiyor." Süheyb de (Radıyallahu anh) az nüktedan değildir hani. "Ama" diye mırıldanır, "ben sağlam gözümün hakkını yiyordum Ya Resulallah!" Meclis şenlenir, Efendimiz tebessüm buyururlar. Bilirsiniz Server-i Kâinat muhacirleri ensarla kardeş yapar. Ona da Haris Bin Samme'yi uygun bulurlar. Bu vefakâr Medineli, Süheyb'i bağrına basar. Hazret-i Süheyb o günden sonra Ehli Suffa'nın müdavimlerinden olur, eline geçen parayı Allah yolunda harcar. "Sizin hayırlınız, selâmı güzelce alıp veren. Bir de, çokça ikrâm edendir" hadis-i şerifine uygun yaşar, müminleri ağırlamaktan haz duyar. Gurebanın yanında Zaman zaman Resul-i Ekrem'i de davet eder, Efendimiz bazen lisanla, bazen işaretle "yanımdakiler de gelsin mi" diye sorarlar. Hazret-i Süheyb Habibullah ile paylaşılan lokmanın artacağından emindir, kalabalık bile olsalar tereddüt etmez, kapısını seve seve açar. Bazıları Efendimizin, Habbab, İbn-i Mes'ud, Ebû Zer, Ammar, Bilâl, Selman, Süheyb (radıyallahü anhüm) gibi adsız sansız kimselerle oturmalarını kaldıramazlar. Bir gün iki "itibarlı nasipsiz" gelir ve "biz kavmimizin ulularıyız" derler, "tamam sana saygı duyuyoruz ama bunlarla muhatap olmamızı bekleme. Şu kaba elbiselileri kov gitsin, meclisini eşrafla kurmaya bak. Bizi kazan ki kabilelerimiz de yanında olsunlar." En'am suresinin 52, 53, 54'üncü ayetleri nazil olur. Hazret-i İkrime "bu ayetler Allahü teâlânın, peygamberimizi kovmaktan men ettiği zayıf ve fakir kimseler için indi" açıklamasını yapar. Efendimizin arkadaşlarından ayrılması mümkün müdür, "hayatım da sizinle, mematım da sizinle" buyururlar. Hazret-i Süheyb ile Hazret-i Ömer arasında özenilesi bir muhabbet vardır, Adil Halife, Firûz adlı bir Mecusi tarafından hançerlenince pek üzülür, gözyaşlarını tutamaz. Emir-ül müminin o haliyle Süheyb'i teskine çalışır, ıstırabına katlanır ama kardeşinin ağlamasına dayanamaz. Halifeye vekil Yeni halife seçilene kadar Mescid-i Nebevi'de namaz kıldırma işini ona verir ki "yerine vekil tayin etti" demektir. Hazret-i Ömer'in cenaze namazında da Süheyb-i Rûmî imamlık yapar. Onun Rum ellerinden getirilen bir köle olduğunu hatırlayın, güzelliğe bak! Hazret-i Süheyb gazalarda efendimizin yanından ayrılmaz. İcabında bedenini siper eder ama Resulullah ile arasına düşman sokmaz. Hem savaşır, hem savaşanları izler, hiçbir detayı kaçırmaz. Gençlere cenk hatıralarını anlatır, cihad arzularını artırmaya bakar. Hazret-i Süheyb'in, Osman, Seyfi, Hamza, Sa'd, Abbâd, Habib, Salih ve Muhammed adlı 8 oğlu olur ki hallere sırlara vakıftırlar. Babalarının Resûlullahı can kulağı ile dinlediklerinden emindirler, iyi ama niye hadîs aktarmaz? İşte bunu anlayamazlar. Bir gün dayanamayıp sorarlar. Alın size cevap: "Vallahi ben Resûlullahın hadîslerini bile bile nakletmiyorum. İsterseniz size onun cenklerini, cömertliklerini, hallerini anlatayım. Fakat, 'şöyle buyurdular' demeye gelince... Benden onu istemeyin... Yapamam!.." Nerede yatar? Hazret-i Süheyb'in Medine'de vefat ettiğini ve Cennet-ül Baki'ye defnolunduğunu söyleyenler de vardır, Hazret-i Muaviye devrinde İstanbul'u muhasara eden orduya katıldığını ve dönüşte Çorum'da (Ubeyd ve Kereb-i gazilerle birlikte) şehit düştüğünü söyleyenler de var. Doğrusunu Allahü teala bilir, ancak gönül o büyük sahabeye komşu olmayı arzular. Kalp gözü açık Nakşiler, dergâhlarını adı geçen mekâna kurar, Hazret-i Süheyb'in ziyaretçilerini ağırlamaktan şeref duyarlar. Arifler, abidler, salihler Hıdırlık toprağında hoşça bir koku bulurlar. Düşünün Yusuf Bahri hazretleri gibi bir veli, onun eşiğine defnolunmayı arzular. Çorum için ne büyük nimet ama... Nitekim Abdülhamid Han, sadık adamlarından Yedisekiz Hasan Paşa'nın talebine uyar. Süheyb-i Rûmî için bir türbe yaptırır, Selçuklu'dan miras Hıdırlık Camii şerifini de sil baştan imar ettirir, ibadete açar...