İnadına müşrik Haman

A -
A +

Tanrılık iddiasında bulunan Firavun aslında bir gücü olmadığını kendi de bilir. Yıldızları oynatamaz, güneşi durduramaz. Ne yağmur yağdırabilir, ne rüzgar çıkarabilir. Bazen altındaki hayvan bile sözüne uymaz. Mûsâ Aleyhisselam karşısında defalarca aciz kalır ve onun bahsettiği Rab'den korkmaya başlar. Ancak firavundan daha firavuncu olan Haman onu ona bırakmaz. "Sen bizim biricik mabudumuzsun" der secdeye kapanır, adamın "tağutluk" damarına basar. Baştan alalım Firavun gördüğü rüya üzerine İsrailoğullarından çıkan bir çocuğun saltanatını dağıtacağını anlayınca Haman kılıklılar ona akıl verir, bütün erkek çocukları katletmesini fısıldarlar. Ancak Firavun, Mûsâ Aleyhisselam'ın kendi sarayında ve kendi imkanlarıyla yetişmesine mani olamaz. Firavunun muazzam orduları vardır, bunlar savaşçı ve sadıktırlar. Yürürken adeta yeri sallarlar. Hazret-i Mûsâ, kardeşi Harun ve hanımı (Şu'ayb Aleyhisselamın kızı Safurâ) görünüşte bir avuçturlar, ancak Allahü teâlânın yardımı ile küfür seline karşı koyarlar. Kıbtilerden bazıları, hatta Firavunun yakınları da (Hazkîl, Maşita Hatun ve Asiye validemiz) kutlu davete uyarlar. Batılda inat Firavun çaresiz kaldıkça Haman yanıbaşında biter, kâh alaya alır, kâh kibrini okşar, onu batıl davasında dik tutar. Asâ-yı Mûsâ ve koynuna sokup çıkarınca güneş gibi parlayan (ve şifa vesilesi olan) eli (yed-i beyda) Hazret-i Mûsâ'nın peygamber olduğunu açıkça ispatlar. Haman ve avanesi buna rağmen Firavunu makasa alırlar. İnkardan nemalananlar yalan ve hile yoluna sapar, Melikin gözünü bağlar, kulaklarını tıkarlar. Hazret-i Mûsâ daha ilk görüşmelerinde tanrılık iddiasında bulunan Firavunu bocalatır, savunduğu ne varsa yıkar. Sahte tanrı cevap veremeyince saldırı yolunu seçer, "seni sarayımda besleyip büyüttüm" der "şimdi bana karşı mı geliyorsun?" - Sen benim kavmime zulmettin. Onları köle ettin, çocuklarını katlettin. Yoksa annem beni sandığa koyup Nil'e bırakmak zorunda kalmazdı. Sen ilahlık iddiasında bulanarak apaçık isyan ediyor ve bunun küstahlık olduğunu çok iyi biliyorsun. Firavun çaresizdir, Hazret-i Mûsâ'ya cevap versin diye getirdiği alimler susup kalırlar, sadece Haman menfi menfi kafa sallar. Mucizeler karşısında Hazret-i Mûsâ "Allahü teâlâ doğunun ve batının ve ikisi arasında olan her şeyin (tüm kâinatın), senin de senden evvelkilerin de Rabbidir" dedikten sonra sorar: "Gecelere bak, gündüzlere bak... Günler, aylar, mevsimler geçiyor. Sahi bütün bunlar senin emrinle mi oluyor?" Firavun bu cümlenin ardından "güneşi durdur da görelim" denileceğini iyi bilir, bu soruya muhatap olmamak için alay ve tehdide başlar. Allahın peygamberini zindanla korkutmaya kalkar. Ancak Hazret-i Mûsâ'nın asası ejderha oluverince ödü kopar. O güne kadar tek rahatsızlık yaşamadığı halde ishal olur, bağırsakları kontrolden çıkar. "Seni bize gönderen Rabbinin hakkı için asanı tut. Söz veriyorum İsrailoğullarını serbest bırakacağım" diye yalvarır, "yeter ki beni ondan kurtar!" İnsaflılara bu cümle yeter. Demek ki Firavun da kendisinin tanrı olduğuna inanmaz. Evet uzun ömürlüdür, servet sahibidir, itibarlıdır, başı bile ağrımaz ama bunlar ayrı şeylerdir, yaratıcı olmak çok başka... Firavun Mûsâ aleyhisselam'ın nur gibi parlayan eli karşısında da tutulur kalır. Zira bu şavk, bu ziya gördüklerine hiç benzemez, evlerin içine kadar yayılır, gözlerini kapasa da kamaşmasına mani olamaz. Yoksa... Acaba... Firavun kelimenin tam manasıyla yıkılmıştır, Mûsâ Aleyhisselamı tasdike yanaşır. İşte burada veziri Haman araya girer, "biz seni ilah kabul edip tapıyoruz. Yoksa bir kula mı tabi olacaksın" der ve zihnini bulandırır. Hele Mûsâ Aleyhisselam (kendisine vahyedildiği üzere) "Allahın varlığına ve birliğine inanırsan, dua ederim Rabbim seni gençleştirir. Yiyip içmen gücün kuvvetin yerine gelir ve sana 400 yıl ömür verir" deyince firavun çok sevinir, "mühlet ver, yarına kadar düşüneyim" der. Doğrusu gönlü kabul etmekten yanadır. Ancak Haman "400 yıl insan gibi yaşamaktansa bir gün tapınılmayı tercih ederim" der, kalbine fitne sokar. "Halkına yıllardır mabudum dedin, şimdi kulum demekten utanmayacak mısın?" Yanında getirdiği ilaçlarla Firavunun saçını sakalını boyar. "Bak gençleştin işte. Bundan kolay ne var?" -Peki ya o ejderha kesilen asa, o yed-i beyda? -Büyütme bunları, Mûsâ sihirbazın teki, gözünü boyadı o kadar. Sahi sihir midir, değil midir? Bunu anlamak pekâlâ kâbildir. Firavun sahirlerini (sihirbazlarını) çağırır, belirlenen gün ve yerde marifetlerini sergilemelerini arzular. Özellikle başsahir işinde pek mahirdir, "İlahi bir müdahele olmadıkça" yenilebileceğine inanmaz. Kendinden emindir, karşısında kimse duramaz! Sihir mi değil mi? Sihirbazlar münakaşanın varacağı yeri bilir, kendilerini sağlama alırlar. Hazret-i Mûsâ uyurken asasını çalmaya kalkarlar. Ancak asa ejderhaya dönüp saldırınca akılları başlarına gelir. Uyuyan bir sihirbaz sihir yapamayacağına göre... Evet, evet... Hazret-i Mûsâ'nın peygamber olduğundan zerre kadar şüpheleri kalmaz. Yine de tayin edilen gün meydana çıkar, değnek ve iplerini yere atıp yılan gibi göstermeye muvaffak olurlar. Ancak Mûsâ aleyhisselamın asası ejderha kesilir ve bu uyduruk çomakları yutar. Altını sarraf bilir, sihri sahir... Gün gibi aşikar mucizeyi görünce mertçe ortaya çıkar "biz Mûsâ ve Harûn'un Rabbine inandık" diye haykırır, secdeye kapanırlar. Firavun çok kızar, "sizi ellerinizden ayaklarınızdan çaprazlama kestirip hurma dallarına astırayım da azabımın Mûsâ'nın Rabbinin azabından daha şiddetli olduğunu anlayın" dese de tehdide aldırmazlar. Nitekim alayı şehit edilir ve makamlarına kavuşurlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.