İstanbul'da üç gonca Fatıma, Sakine ve Sıdıka

A -
A +

Bir şekilde ele geçirdiği iki küçük seyyideyi baskıyla Hıristiyan yapamayan imparator, silbaştan bir tezgâh kurar. Prenses Katarina onları (güya) gizlice ziyarete gelir ve arkadaşlık peydahlamaya bakar. Sonrası kolaydır ikna turları filan... Fatıma ve Sakine onu dostça karşılar. Katarina bu karanlık izbede bir insanın nasıl gülebildiğine çok şaşar. Zorluklardan tad almasını bilen seyyidelere bayılır ve onlara hayran olmaktan kendini alamaz. İlerleyen günlerde söz sözü açar, Katarina'ya adı güzel Muhammed'i, Münevver Medine'yi, kerpiç taşıyan halifeleri, kölelerle saf tutan asilleri ve en önemlisi "vahdaniyeti" anlatırlar. Onlar bir müminin dünya gözüyle görecekleri en güzel şeyin Azrail aleyhisselam olduğuna inanırlar. Zira Azrail aleyhisselam müminlerin ruhunu kabzeder, kâfirlere yardımcılarını yollar. Derecesi en düşük mümine verilecek cennet dünyadan kat kat büyüktür, hem orada dostlara kavuşurlar. Dünya gam ve keder yüklüdür, cennette hüzün olmaz. Ömür dediğin an gibidir, su gibi akar, hiçbir makam sahibine kalmaz, krallar bile unutulurlar. Deryaların damlaları da sayılıdır, çöllerin kumları da... Ama sonsuzluk öyle midir ya? Ebedi ne demek? Katarina bu "sonsuzluk" kelimesine çok takar, düşündükçe bir hoş olur, akıbetinden korkmaya başlar. Hem bu iki kızcağız fevkalade olgundurlar, kendilerini hapsedenlere bile kızmaz "bilmiyorlar" derler, "bilseler böyle yapmazlar!" Katarina bir ara içinden "Eğer bunlar hürmetine kâinatın yaratıldığı Serverin torunlarıysa" der, "Allah onlara yardım etse ya, zindanları yıksa ya..." İşte tam o sıra seyyidelerin bastığı taşların şilte gibi yumuşadığına şahit olur. Fatıma birden ciddileşir, Katarina'nın gözüne bakar kalbini okumaya başlar. "Bunu sen istemiş olmalısın" der, "Allah'ın halis kulları keramet göstermekten hicap duyarlar!" Ve gün gelir Katarina, onlarsız yapamaz, ayrı kaldığı vakitlerde sevimli arkadaşlarının hasretiyle yanar. Eh bu arada düzmece raporlar verir, annesinden babasından olup biteni saklar. Onlara tesir etmeye başladığından, pek yakında manastırda olacaklarından söz açar. Böyle yapmalıdır zira kendisine bir zindan yasağı konulursa, değil seyyidelerle birlikte olmak adlarını bile andırmazlar. Hidayet Allah'tan Nitekim beklenen olur, Katarina hulus-i kalp ile şehadet söyler, gizli gizli abdest alıp namaz kılmaya başlar. Fatıma'nın anlattıklarını büyük bir safiyetle kabul eder ve "sen söylüyorsan doğrudur" der, benliğini siler atar. İşte zaten ona bu yüzden "Sıddıka" adını uygun bulurlar. Mühlet dolmalı olunca Tekfur, kızını karşısına alır ve neticeyi sorar. Sıdıka "fevkalade" der, "şaşırmaya hazır olun. Ama süreyi azıcık uzatamaz mıyız? Hani birkaç gün daha!" - Bir kral hatalı olabilir ama ağzından çıkanı geri almaz. Yarın son gün. Ya onları rahibe kıyafetleriyle görürüm ya da... - Hiç merak etme baba. Hadise tatsız başladı ama final muhteşem olacak! Kucak kucağa Mühletin dolmasına saatler kala Sıdıka, Fatıma'nın kucağına kapanıp ağlamaya başlar. "Size ne mutlu" der, "şehid olup kavuşacaksınız dostlarınıza. Ama ben öyle mi ya... Sakine yine sakindir ama Fatıma'yı görülmemiş bir heybet kaplar. Önce bir kağıda Sıdıka'nın İslam'ı seçtiğini yazıp halkaya takar. Sonra ellerini açıp yanık bir duaya başlar. Üç mümine ellerini yüzlerine sürdüklerinde vakit dolar, Azrail Aleyhisselamla tanışırlar. Muhafızlar hücreden kordidora sızan ışığa mana veremez, komutanlarına koşarlar. İmparator İmparatoriçe ve muhafızlar üç kızın cesedini kucak kucağa bulurlar. Üzerlerinden sütun gibi bir nur yükselir, zindanı şavka boğar. Papazlar bile teslim olur, "Allahın hikmeti" diye mırıldanırlar. Tekfur çok pişmandır ama ne fayda. Rivayet edilir ki İmparator, seyyideler için ulu bir çınar altına mezar kazdırır, ancak koca ağaç bir anda kuruyup odun olunca işareti alır, kızını da onlardan ayırmaz. (Söz konusu çınarı halen beton desteklerle ayakta tutarlar.) Şehidelerin naaşlarını Sahabe-i kiramdan Cabir bin Abdullah'ın (radıyallahü anh) hanımı Dâye Hatun yıkar... Şefaate ir gör bizi Bu üç kızın medfun oldukları Hagiu Andreu Manastırı (Kızlar Kilisesi) Hıristiyanlar için önemli bir merkezdir. Lâkin zamanla yıkılır, yıllar sonra II. Beyazıd'ın Sadrazamlarından Koca Mustafa Paşa buraya büyük bir külliye inşa ettirir ki günümüze sadece camisi gelebilir. Söz konusu kabirleri Sümbül Efendi hazretleri bulur ve kendisi dahi onların ayak uçlarında yatmayı arzular. İstanbul halkı Seyyide Fatıma ve Seyyide Sukeyne'yi (Rahmetullahi aleyha) "Çifte Sultanlar" adıyla anar, İmparatorun kızını da (Sarı Sıdıka) duasız bırakmazlar. Sahabe ve Ehli Beyt kabirlerine hizmeti ile tanınan 2. Mahmud Han gördüğü bir rüya üzerine "Çifte Sultanlar"ın kabrini zarif bir parmaklıkla çevirtip kollar, gönül ehli onlar için içli beytler yazarlar. Kerimeynü'l-Mükerremeyn Bihakk-ı Seyyidü'l-Kevneyn Nur-ı ayneyn İmam Hüseyn Şefaate ir gör bizi... Fatıma ve Sukeyne'nin bizzat şehidlerin seyyidi Hüseyin Efendimiz'in kızları olduğu da, on iki imamdan Hazret-i Zeynelabidin'in kızları olduğu da söylenir. Doğrusunu Allahü teâlâ bilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.