Bundan 150 yıl önce Anadolu'yu gezen seyyahlar, ekalliyeti ekseriyet sanırlar. Zira karşılarına hep Yahudi tüccarlar, Rum Mebuslar, Ermeni sanatkârlar çıkar. Baytar, eczacı, kuyumcu, mimar... Hep azınlıklar... Türkler elbette ezici bir çoğunluğa sahiptirler ama dağ başlarına çekildikleri için göz doldurmazlar. Özellikle Avşarlar ve Yörükler düzden (şehir hayatına öyle derler) pek sıkılırlar. Çadırlarını yüksek yüksek tepelere kurar, hışırdayan dallar altında uyurlar. Doğrusu kekik üsareli rüzgâr şerbet gibidir, ciğerlerini yuğar yıkar. Onlara sorarsanız ovanın havası yaramaz, çürüktür, kokar, adamı sıtma yapar. Fatih, Yavuz, Kanuni devrinde mesele yoktur, kim nereden hoşlanırsa orada yaşar. Ama Tanzimatla birlikte gayrimüslimler ayaklanır, bırakın Selanik'i, Sofya'yı Anadolu'ya sulanırlar. Ki yukarıdaki manzaraya bakarsanız haksız da sayılmazlar! Balkanlar'ı bırakıp, güneye inelim: "Büyük Ermenistan" hayali ile yola çıkan komitacılar Adana merkezli bir devlet kurmaya kalkarlar. Sözde Klikya'nın bir ucu Halep'e, bir ucu Kayseri'ye uzanır. Erzurum'u, Van'ı, Maraş'ı da içine alır. Saf kan Oğuz nesli Toroslar'ı bekleyedursun, hainler Erzin'de, Payas'ta, Kozan'da at oynatırlar. Meydan boş ya Memlekette kara bulutlar dolanırken aşiretler incir çekirdeğini doldurmayan meselelerden takışırlar. Neymiş efendim, benim beyim senin ağanı döver de filan... Söz gelimi Avşarlar, Çapanoğlu ile kanlı bıçaklıdırlar. Ne nüfus sayımı, ne kafa kağıdı... Ne vergi, ne algı... Göçerler başlarına buyruk yaşamakta ısrarcıdırlar... Abdülaziz Han iş çığırından çıkmadan tedbir alır, Fırka-i İslahiye adlı bir komisyon kurar, havaliye yollar. Koca koca paşalar halkın ayağına gelir, çulsuzların paşa gönlünü yapmaya uğraşırlar. "Çocuklarınızı okutun, sanat öğrenin, alın satın, zaman zaman yukarılara çıksanız bile bir ayağınızı kasabalara basın, meskun mahalli gayrılara bırakmayın" nasihatinde bulunurlar. Ancak göçerler ikna olmaz. Eh, Paşa dediğin de emir kuludur, bakar sallamıyorlar, "tiz bre" der, noktayı koyar... Askerler işi şipşak bitirir, güzellikle geleni güzellikle, gelmeyeni cebren düze indirirler. Avşar elleri mecburen kalkar, göç eyler... Bu arada ozanlara mevzu çıkar, dertli dertli saz döver, "Bir yiğit gurbete gitse" türküsünü çığırırlar. Görün ki başlarına bir şey geleceği yoktur, kaldı ki gösterilen yer gurbet sayılmaz. İstemezükçüler! "Efendim bizim çocuklarımız hakim hekim olmasınlar. Biz atamızdan öyle gördük, onlar da çoban kalsınlar!" Asiler Kirman kılıçlarını bellerine asar, temreni taş delen mızrakları omuzlarına alırlar. Meydan kurulur, tüfekler, davullar, davlumbazlar... Türk, Türk'ü kırar, Ermeninin içi yağ bağlar. Ölen ölür, kalan sağlar kimseye yaramaz. Koç yiğitler yerlere serilir, fidan fidan gelinler ağıt yakarlar. İşte bu dramatik filmin senaristlerinden biri de Âşık Musa oğlu Veli Mustafa'dır. Onu bu havalide "Dadaloğlu" diye tanırlar. Asi ozan şehri zindan gibi gösterir, "ferman padişahınsa dağlar bizimdir" der, yangına körük sıkar. Aslında cengaver de değildir, silah kullanmaz, işin sadece edebiyatını yapar. Beyine yaranmak için Osmanlı'ya verir veriştirir, sakalı devlet hizmetinde ağarmış paşalara söver, sayar. Derviş Paşa gayrı kına yakınsın Böbür böbür dört bir yana bakınsın Amma bizden gece gündüz sakınsın Öc alırız ilk fırsatı bulanda Halbuki... Aslında usta ediptir, kandan kinden arındığı zaman nefis beyitler yazar. Atlara ve güzellere dayanamaz, o zaten biraz Köroğlu'dur, biraz Karacaoğlan! Şu yalan dünyaya geldim geleli Severim kıratı bir de güzeli Değip on beşime kendim bileli Severim kıratı bir de güzeli Atın büyük sağrı kalkan döşlüsü Kalem kulaklısı çekik kaşlısı Güzelin de dal boylu samur saçlısı Severim kıratı bir de güzeli Dadaloğlu asıl ününü kavga türküleriyle kazanır, asabidir, saldırgandır, kalemini kılıç gibi kullanır. Dadaloğlum der de böyle olmazdım Gördüğüm günlerin birini görmezdim Kavga kızışınca geri durmazdım Meydanda kardaşa kıyanlardanım Zaman zaman nasihat de verir, tavrını erdemden doğruluktan yana koyar. Dadaloğlu'm der ki sözüm vasiyet Benim sözümü dinleyene nasihat Besmelesiz kazanılan piç evlat O da dünyada ziyankar imiş Asilik zor zenaattır vesselam, devlete diklenen huzur bulmaz. Nitekim Dadaloğlu da ahir ömründe beyhude boğuştuğunu anlar. Akşamınan ikindinin arası Aldı beni şu düşmanın yarası Ecel geldi ölmemizin sırası Ağladı el-oba gözü kan oldu. Aslında kuru bir gurur davasıdır bu, ardından kadınların kıkırdaşmayacağını bilse dakika durmaz... Aşağıdan iskan evi geliyor Bezirganlar koç yiğide gülüyor Kitabın dediği günler oluyor Yoksa devir döndü ahir zaman mı? Şairliği tamam da ondan kesinlikle yatırım yönlendirici olmaz. Eğer zamanında kendisine Çukurova'dan sunulan arazilere "he" dese 7 sülalesine yeter de artar. Nitekim iskanı kabul edenlerin zengin ve keyifli olduklarını görünce pek şaşar. Ama bundan gayri nasıl dönsün, ok bir kez çıkmıştır yaydan... Yara yara bir kavgaya girmedik Sağa sola kılıçları vurmadık At üstünde döğüşerek ölmedik Ok değmeden gözlerimiz kör oldu 1785 ile 1868 arasında 83 yıl yaşayan Dadaloğlu I. Abdülhamid'den, Abdülaziz Han'a kadar tam 6 padişahı üzer ve yorar. Zaten gaileli bir dönemdir, kargaşa düşmanlarımıza yarar. Ozan dediğin... Dadaloğlu nefis muhasebesi yapar mı, pişmanlık yaşar mı bilmiyoruz ancak devletle hesabı olanlar döner dolaşır onun mısralarına sarılırlar. Mesela 68'li yılların Cem Karaca'sı öfkeli sesiyle "kalktı göç eyledi" diye haykırdı mı, malum güruh heyheylenir, askere polise yumruk sallar. Bu kadarını onun da arzuladığını sanmıyorum. Zira bir ozan kullanılacağını hissetti mi durur. Ve sazını kırar.