Kabineye abone Ariel Şaron

A -
A +

Siyonistler, goyimin (Yahudi olmayanların) asla dost olamayacağına inansalar da Yahudi olmayanlardan büyük destek alırlar. Yom Kippur hezimetinin ardından ABD nakliye uçakları gökyüzünü karartırcasına gelir, hesapsız silah ve mühimmat bırakırlar. ABD Başkanı Nixon, üstüne vazife gibi (ve NATO ülkelerinin muhalefetine rağmen) İsrail'in elinden tutar, yetmez BM'yi kullanarak ateşkes sağlar. Yom Kippur şoku yüzünden Golda Meir Başbakanlığındaki İşçi Partisi hükümeti istifasını sunar, Yitzhak Rabin yeni kabineyi kurar. İsrail tarihinde ilk kez sağ bir Parti (Likud) seçim kazanır, sol tükenmeye başlar. Artık "okyanustaki ada gibi" tehdit altında olduklarını sanır ve Camp David'de geri adım atarlar. Yahudiler o günden sonra Amerika'da medya ve film sektörüne oynar. Propaganda faaliyetleriyle göz boyar, 200 milyonluk ülkeyi avuçlarına alırlar. Şaşılacak şey, ABD'li Hristiyanlar hem Yahudilerin Hazret-i İsa'nın katili olduklarına (bize göre değil) inanır, hem de yardım yağdırırlar. Yine şaşılacak şeydir, Türk hükümetleri Filistinlilere dirsek gösterir ama İsrail'in kurulması ve yaşaması için ellerinden geleni yaparlar. Sertlikten yana Saflar netleşince Araplar, İsrail'i destekleyen ülkelere karşı petrol ambargosu başlatırlar. Fiyatlar hızla yükselir, kriz derinleşir. Batılılar gene BM'yi kullanır ve girdaptan kurtulurlar. Evet zaman zaman Yahudiler içinden de "dursun bu kan" diyenler olur ama seçim neticelerine bakarsanız ezici ekseriyet Ariel ve Ariel gibilerin ardından ayrılmaz. Araplar ise yeni bir Selahaddin Eyyubi çıkaramaz, ikiyüzlü, silik, fırsatçı isimlerle oyalanırlar. ABD antipatisi yüzünden BAAS'çılarla, sosyalistler zemin bulur, Batıya karşı Yugoslavya ve Hindistan'la ittifak ararlar. İsrail baskı ve terörle Müslümanları gerileteceğini sanırsa da aksine mücadele azmi bilenir, daha sağlam dururlar. Devletlerin başına oturtulan krallar ve diktatörler yüzünden örgütlerin gücü artar, gerillalar peydahlanırlar. Bu arada Şah Rıza Pehlevi devrilir ve İran'a şii mollalar hakim olurlar. Humeyni, ABD'yi "Büyük Şeytan" ilan etse de sövmekten başka bir iş yapmaz. Güdümlü Radikaller ise değerli bir devlet adamı olan Enver Sedat'ı öldürüp işleri düzelteceklerini sanırlar. İşe bakın Sedat gider, Hüsnü gibi bir eyyamcı koltuğa kazık çakar. Sosyalist geçmişi ile tanınan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) tavrı da flûdur, Yaser Arafat'ın günü gününü tutmaz. Bu yüzden Hamas ve İslami Cihad taraftar kazanırlar. Yahudiler bu coğrafyaya kan dökerek girer ve kan dökerek kalacaklarını sanırlar. Siyonistlerin sökülüp atılmasını savunanların sayısı artar. İsrail ABD'nin ezici gücüne sığınır ve Müslümanları hiçe sayar. Göz göre göre Mescid-i Aksa'nın altını kazar, nurlu mabedi çökertmeye çalışırlar. Dönelim hikayemize... Ariel 1973'te Knesset'e seçilir ve 1 yıl sonra Başbakan İzak Rabin'e güvenlik danışmanı olur. Ardından 4 yıl Tarım Bakanlığı yapar ve ardından ısrarla arzuladığı Savunma Bakanlığını kapar. Hemen o yıl (18 Eylül 1982) Filistin mülteci kamplarına saldırır, 600 masumu öldürür, 1800 kişinin izi bile bulunmaz. Bu arada Falanjist milisleri savunmasız insanların üzerine salar. Şaron, hatıratında katliam emri verdiğini itiraf etse de açılan soruşturmadan (1983) kolayca yırtar. Elini kolunu sallayarak çıkar, sadece istifa etmek zorunda kalır o kadar... Eh, yeri gelmişken Sabra ve Şatilla katliamlarını hatırlatmakta yarar var. Ariel komutasındaki İsrail ordusu 1982 yılında Lübnan'ı işgali eder, 16 Eylül'de Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine mülteci kamplarını kuşatırlar. Şaron Lübnanlı Falanjist milisleri kamplara sokar. Elia Hubeika komutasındaki Hristiyan militanlar (diyalogçuların kulağı çınlaya) tam 40 saat boyunca insan doğrar, Kızılhaç Komitesi'nin tespitlerine göre 2750 Filistinliyi kırar, cesetleri tanınmaz hale sokarlar. Kampa giren ilk gazeteci İsrailli Amnon Kapeliouk'a göre ölü sayısı 3 bini aşar. Filistin kaynakları ise kayıp sayısının en az 7 bin olduğu iddiasında bulunurlar. Japon Gazeteci Kyuichi Hirokava gördüklerini "iplerde yıkanmış beyaz çamaşırlar vardı. Sert bir rüzgar esiyordu ve gökyüzü masmaviydi. Birkaç adım atınca manzara değişti, sokaklara yayılmış yüzlerce kadın ve çocuk cesediyle karşılaştım ve ağlamaya başladım" diye yazar. Elia Hubeike daha fazlasını da biliyor olmalıdır, Ariel onu "konuşamadan uçurur" ivedi kaydıyla öte tarafa yollar!.. Bu marifetiyle "Kasap" lakabını kazanan Ariel Şaron Beyrut'a yönelir ve koca koca binaları mukimlerinin üzerine yıkar. Bahane aynıdır, Lübnan'a üs kuran FKÖ militanlarını çıkarmak. Lübnan işgalinde cem'an 60 bin masum öldürülür, yaralılar sayılamaz. Ariel kana doymaz, belki bunca cesedden sabun çıkartmadığına yanar! Şu işe bakın İsrail'de cinayet prim yapar, onu ödüllendirir, Ticaret ve Endüstri Bakanlığını (1984-90) emrine sunarlar. Derken Yerleşim Bakanı olur (1990-92) ve işgal edilen bölgelere meskenler yapar. Bu arada "İntifada" zemin bulur, İsrail'e "var olma hakkı" tanıyan FKÖ kan kaybetmeye başlar. Şaron 1992 Madrid Konferansı akabinde kabineyle takışır, o hırsla Likud yönetimine aday olur ama kazanamaz. Hele işgal altındaki Filistin topraklarından çekilmeyi ön gören ikinci Oslo Anlaşması imzalanınca çok kızar, arkadaşlarını tehdide başlar. Doğrusu Mossad'a dediğini yaptırtacak güçtedir, Rabin'i bile "Nazilikle" suçlar. Hesaplı kargaşa 1996 Netanyahu iktidarında da kabineye girmeyi başarır önce Altyapıdan sorumlu bakan olur, sonra Dışişleri Bakanlığına demir atar. Netanyahu seçimi kaybedince (1999) Likud liderliğine oynar. Partiyi ele geçirir geçirmez gider, kanlı ayaklarıyla Mirac mucizesine şahit olan Mescid-i Aksa'ya basar. Müslümanları kışkırtmak için ne gerekiyorsa yapar, kargaşadan medet umar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.