Kadrolu münkir Haman

A -
A +

Firavun devri... Kıbtiler, İsrailoğullarını köle gibi kullanır ama önlerine kuru ekmek bile koymazlar. Ne zaman ki zulümde haddi aşarlar ibretlik sıkıntılar gelmeye başlar. Önce şiddetli bir yağmur yağar, evlerini ocaklarını su basar. Kabahatlerini bilir, Mûsâ Aleyhisselam'ın kapısını çalarlar "n'olur Rabbine dua et, şu tufan kesilsin" diye yalvarırlar. Mübarek, dua eder, ortalık durulur, üstelik o yıl bol ürün alırlar. Haman kılıklılar bunu fırsat bilir, "yağışlar bize yaradı" der yine azıtırlar. Ancak nereden çıktığı anlaşılmayan çekirgeler mahsulü telef eder, hatta kapıları pencereleri bile kemirirler. Kıbtiler gene yüce Nebiye gelir "tamam sana inanacağız" sözü verirler. Hazret-i Musa dua eder, çekirgeler çekilir ama inkardan ve taşkınlıktan dönmezler. Bu kez güveler dadanır, keneler derilerinin içine girer. Kaşları saçları bitten görünmez olur, tekrar gelir "hata ettik" derler, yine hazret-i Mûsâ 'nın duası ile kurtulur ve yine ihanet ederler. Bu kez kurbağalar musallat olur, bulut gibi üzerlerine yağar, kaplarına kaşıklarına sokulurlar. Yorgan gibi üstlerini örter, ağızlarına boğazlarına kaçar. Çaresiz kalan kıbtiler tevbekâr olur, lâkin tekrar firavunun peşine takılırlar. Bu kez Nil kan kesilir, müminlerı nehirden berrak sular alır, onlar pelteleşen pıhtıları yudumlar. Yine teslim olur, rahata erince yine cayarlar. Kibrine yenilince Bunca sıkıntının ardından şov ihtiyacı duyan Firavun Nil kıyısına muhteşem bir çardak kurar, mücevherlere bürünüp kırıtır. Adeta "bu zenginlik kimde var" diye sorar. Kavmine İsrailoğullarının erkeklerini öldürme, kadınlarını kızlarını paylaştırma vaadi verince Haman ve avanesi "yaşa varol" avezeleri ile secdeye kapanır, kalabalığı havaya sokarlar. Lâkin musibetler şiddetlenir, ortalık kararır, görülmemiş cild hastalıkları, dayanılmaz taun derken bütün eşyaları taş olur, şaşırıp kalırlar. Bu hengamede İsrailoğulları hazineyi yüklenir yola çıkarlar. Firavun, ordusunu toplayıp onlara yetişir ama Kızıldeniz yarılıp açılır, müminler selametle karşı kıyıya ulaşırlar. Firavun denizde uzanan kanallara atılmak için sabırsızlanır. Ancak bir helâkın eşiğinde olduklarını Haman bile anlar. İkaz ederse de sahte tanrının kafası basmaz. Kibri kabarır ve "şuraya bakın" diye göğsünü yumruklar "deniz bile heybetimden yarıldı, kaçakların elimden çekecekleri var!" Sonrasını biliyorsunuz... Derya kapanır, alayı boğulurlar. Mısırın bütün zenginliklerine müminler varis olurlar. O güzelim köşkler, keşaneler, saraylar, havuzlar... Tabletler okununca Kur'an-ı kerimde hadise tafsilatıyla anlatılır. Ancak muharref (tahrif edilmiş) Tevrat'ta Haman'dan bahs olunmaz. Eski Ahit'de adı geçen Haman ise Mûsâ aleyhisselam'dan 1100 sene sonra yaşar, Babil kralına nazırlık yapar. Batılılar bunu fırsat bilir, Resulullah Efendimizin (haşa) Kur'an-ı kerimi Tevrat ve İncil'e bakarak yazdığını, ancak şahıs ve hadiseleri yanlış aktardığını savunurlar. Doğrusu bunlara cevap vermek kolay olmaz. Evet elde o döneme ait çok miktarda belge vardır ama eski Mısır dili unutulmuştur, hiyeroglif okunamaz. Ancak 1799 yılında, "Rosetta Stone" adı verilen bir tablet bulunur ki bunun farkı metnin üç dille (hiyeroglif, demotik ve Grekçe) kazınmış olmasıdır. Jean-Françoise Champollion adlı Fransız araştırıcı şekiller üzerine yoğunlaşır ve Yunanca metnin yardımıyla eski Mısır yazısını çözmeyi başarır. İnkarcılar sus pus İşte o günden sonra Firavun döneminden kalma yazıtlar peşpeşe okunur ve Haman ismi sıkça karşımıza çıkar. Mesela Viyana Hof Müzesi'nde bulunan anıtta da bu isimden söz açılır. Haman "tuğla ocaklarının idarecisi" olarak (kule inşaatından hatırlayın) tanıtılır ve Firavun'a olan yakınlığı vurgulanır. Yazılar okundukça Kur'an-ı kerimin, Allah kelamı olduğu ayan beyan ortaya çıkar. British Museum'da sergilenen papirüsler, Hazret-i Mûsâ 'dan (Haşa) "sihirbaz" olarak söz açsalar da yüce kitabımıza şahitlik yaparlar: "Bu satırlar Güneş'in oğlu Ammon'un biraderi Ramses'in krallığı zamanında yazıldı... Mektup ulaştığı vakit kalk, işe başla, tarlaların nezaretini üzerine al. Hububatı mahveden su baskınının ardından hemton (?) ortalığı kuruttu, ambarlar delindi, fareler yığınlar halinde, pireler kasırga şeklinde, akrepler hırsla yiyor, sineklerin açtığı yaralara dayanılmıyor..." Bakın Firavunun Kızıldeniz macerası ise nasıl anlatılıyor: "Sarayın beyaz odasının muhafızı, kitapların reisi Amenamoni'den katip Penterhor'a: Bu mektup eline ulaştığında noktası noktasına oku ve girdaba gark olma felaketini duy. Kalbini kasırga önündeki yaprak gibi titreten ıstıraba teslim et... Musibet birden bire onu zapt etti. Sular içinde uyku, acınası eyledi... Kavimlerin efendisinin, şarkın ve garbın kralının mahvını tasvir et... Şu gönderdiğim haber hangi haberle kıyas edilebilir ki?" Alın size belge Asrın başında bulunan Ipuwer papirüsleri yüce kitabımızda anlatılanları bir kere daha doğrular. Hollanda'ya (Leiden) götürülüp (1909) A. H. Gardiner tarafından çevrilen belgelerde kıtlık, kuraklık gibi felaketler ve kölelerin kaçışı anlatılır: "Ülkeyi afetler sardı... Nehir kan aktı... Dün gördüğüm her şey helak olmuş... Toprak, biçilmiş gibi çırılçıplak... Memleket perişan... Tüm saray ıssız kaldı... Sahip olunan her şey, buğdaylar, arpalar, kazlar ve balıklar... Hepsi telef oldular... Dokuz gün boyunca saraydan hiçbir çıkış yoktu ve yüzleri bile görülmedi... Salgın hastalıklar yayıldı... Artık kimse Byblos'a gidemiyor... Mumyalarımız n'olacak? Altın azalıyor... İnsanlar sudan korkuyorlar. İçen susuyor, söyleyin yapabileceğimiz ne var?" (Bakınız: Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K. K. Hof Museum in Wien, J. C. Hinriesche Buchhandlung, Herman Renke; Die Aegyptischen Personnennamen, Vierzeischnis der namen, Verlag Von J. J. Augustin in Glückstadt)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.